Aydınlanma düşüncesinden, halkın iktidarına uzanan ve Fransız Devrimi ile temsil edilen düşünsel birikim tarih sahnesine burjuva devrimleri ile beraber çıksa dahi, burjuvazinin bir sınıf olarak taşıyabileceklerinden çok daha ötesine uzanır.

Fransız Devrimi üzerine yapılan tartışmalar, gerçekleştiği günden beri siyasi spektrumun farklı taraflarından katılım ile devam ediyor. Sadece sürekli olmakla kalmayan bu tartışma, verilen cevaplara göre, parçası olan öbeklerin siyasi kimliğini şekillendirmede de kritik bir rol oynuyor. Fransız Devrimi ile ortaya çıkan siyasi terimler bugünü değerlendirmek için kullanılmaya devam ediyor. Bazı tarihçiler bunun ötesine geçip çağdaş dünyanın siyasal, ekonomik ve sınıfsal dengelerine dair anlayışımızın temelinin Fransız Devrimi ile başlayan bir dönemin gelişmeleriyle atıldığını iddia ediyorlar.1 Eric Hobsbawm, 2003,Devrim Çağı (3. Basım), çev. Bahadır Sina Şener, Ankara: Dost Yayınevi, s. 9-10

Fransız Devrimi’ne Türkiye kamuoyunda da farklı yaklaşımlar var. Fransız Devrimi’ni kapitalist toplumun ve dolayısıyla onun üstyapısının ortaya çıktığı an olarak ele alıp bugün yaşanan toplumsal problemlerin kökeni olarak Fransız Devrimi’ni işaret eden ya da Devrim’i monarşiyi ortadan kaldırıp insanlığı tarihsel ilerleme mücadelesinde bir adım öteye götürdüğü için selamlayan zıt görüşlere rastlamak mümkün. Yazıya henüz başlamışken, ilerlemecilik karşıtı ve iyi ihtimalle kabalaştırılarak Marksizm dışına çıkartılmış bir çeşit sınıfsal analize, kötü durumda ise apaçık liberal tarih tezlerine dayanan ilk yaklaşımı tartışmaya değer bulmadığımızı belirtmek gerekir. İkincisi ise daha sahiplenici ve daha mesafeli yorumları ile Türkiye’nin modern toplumsallığının konuya yaklaşımının ortalamasını işaret ediyor.

Vurgulanmaya değer olan şey tartışmanın neredeyse bütün kanatlarının Fransız Devrimi’ne geçmişin bir olgusu olarak yaklaşmaları. O veya bu biçimi ile Türkiye’de modern kamuoyunun algısı, Fransız Devrimi’nin kapanmış bir dönemin, bugünü ancak geçmişte olanları şekillendirmiş olması ile etkileyen bir önemli an olduğu yönünde. Çoğu zaman bilince çıkmamış bir biçimde kalan bu yaklaşım, Türkiye’de devrimi arayanların dünya devrimci hareketinin mirası ile kurduğu ilişkilerden, tarihsel ilerleme olgusu ile olan bağlara, daha pratikte ise “demokratik” görevlerin nasıl algılanıp, onlara ne şekilde cevap verildiğine bir dizi önemli tartışmada etki sahibi. Bu etkinin en azından bilince çıkartılmış bir tartışmanın konusu olmasının adı geçen bir dizi tartışmanın daha sağlıklı yürütülmesi açısından etkisi şüphesiz önemli.

Bu yazı ise olası bir Fransız Devrimi tartışmasına katkı koymanın ötesinde, Fransız Devrimi’nin uzamı ve güncelliğine dair genel kanının hızla ve kesin bir biçimde değiştirilmesi ihtiycına işaret etmeyi amaçlıyor.

Fransız Devrimi Burjuva Devrimlerinin Arketipi Mi?

Fransız Devrimi, tarihteki ilk tartışmasız burjuva devrimi olduğu ölçüde, burjuva devrimlerinin şablonu olarak ele alınan ve incelenen bir yere sahip. Bu durumun kendisi Fransız Devrimi’nin öznelliklerini görmeyi zorlaştırırken, burjuva devrimlerinin kendisine de ifade ettiklerinden fazlasını atfedilmesi gibi bir riski beraberinde getiriyor. Bu yumağı çözmek için burjuva devriminin ne olduğuna bakmakta fayda var.

Marx, devrim olgusunu Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı’nın önsözünde şu şekilde tanımlıyor:

“Gelişmelerinin belirli bir aşamasında, toplumun maddi üretici güçleri, o zamana kadar içerisinde devindikleri mevcut üretim ilişkilerine, ya da bunların hukuki ifadesinden başka bir şey olmayan, mülkiyet ilişkilerine ters düşerler. Üretici güçlerin gelişmesinin biçimleri olan bu ilişkiler, onların engelleri haline gelirler. O zaman bir toplumsal devrim çağı başlar.”2 Karl Marx, 2011, Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı (7. Basım), çev. Sevim Belli, Ankara: Sol Yayınları, s. 39

Bu bağlamda burjuva devrimlerinin, gelişmekte olan ve burjuvazi tarafından temsil edilen üretici güçlerin en gelişkin formuna ulaşmasının ve toplumun bütününü belirleyen üretim sistemi haline gelmesinin önündeki engellerin kaldırılması olarak tanımlamak yanlış olmayacaktır. Bu doğrultuda “üretim ilişkilerinin” ve hukuki düzenlemelerin gelişmekte olan üretici güçlerin topluma kendi rengini çalmasına olanak verecek biçimde yeniden düzenlenmesi devrimin doğrultusunu tarif eder. Marx’ın da daha ileriki eserlerinde kullandığı bir terimle “üstyapı” yeni üretim biçiminin ihtiyaçları doğrultusunda yeniden şekillendirilir.

Burada, özellikle burjuva devrimleri açısından, dikkat edilmesi gereken şey önceden var olan üstyapının ve onun kurumlarının tamamıyla tasfiyesinin zorunlu olmamasıdır. Yani burjuva üretim ilişkilerinin ağırlıklı premodern yapıları ve hukuk sistemlerini içeren bir bütünlükte egemen olması da tarihsel açıdan olanaklı bir gelişmedir. Nitekim İngiltere örneğinde bu durumun bir örneğini görmek mümkün. Öyle ki Ellen Meikins Wood buraya bakarak, burjuvazinin devrimci potansiyeline dair genel algıyı “Devrim sonrası Fransız tarihçileri (ve Alman filozofları), Fransız Devrimi’ne ilişkin olarak burjuvaziyi, ilerlemenin tarihsel ajanı konumuna yükseltmişlerdir”3 Ellen Meikins Wood, 2012,  Kapitalizmin Arkaik Kültürü (2. Basım), çev. Oya Köymen, İstanbul: Yordam Kitap, s. 20 şeklinde eleştiriyor.

Bu değerlendirmenin ışığında Fransız Devrimi’nin kategorik olarak bir burjuva devriminin ötesinde bir yıkıcı enerjisinin olduğunu, bu sebeple toplumsal ilerlemenin önünü daha fazla açtığını tespit edebiliriz. Bu durumda Fransız Devriminin tarihsel bir anomali olup olmadığı sorgulanmalıdır. Yine Marx’ın tanımına geriye dönerek var olan üretim ilişkilerinin, gelişen üretici güçlerin karşısında ısrarcı ve uzlaşmasız engellere dönüştükleri durumda, başlayan toplumsal devrimin üstyapıda yaratacağı değişikliğin daha köklü olacağını söyleyebiliriz. Yani İngiltere’nin aksine kapitalistleşme dinamiğinin daha zayıf olduğu coğrafyalarda, burjuvazi iktidara gelirken asgari olarak değiştirmek istediklerinden çok daha fazlasını değiştirmek durumunda kalmıştır.

Toparlayacak olursak Fransız Devrimi’nin burjuva devriminin tek formu olarak ele alınması problemli bir yaklaşım. Eğer Fransız Devrimi’ni bu biçimde tanımlamaya, burjuva devrimlerinin “tamamlanmışlık” kriterlerini Fransız Devrimi’nin ilkeleri ve muradı ile ölçecek olursak, burjuva devrimlerinin kategorik olarak eksik kalmaya mahkûm gelişmeler olduklarını teslim etmemiz gerekir. Çünkü Aydınlanma düşüncesinden, halkın iktidarına uzanan ve Fransız Devrimi ile temsil edilen düşünsel birikim tarih sahnesine burjuva devrimleri ile beraber çıksa (ve bu bağlamda tarihin burjuva dönemine ait olsa) dahi, burjuvazinin bir sınıf olarak taşıyabileceklerinden çok daha ötesine uzanır. Dünya tarihinin devrimden kısa süre sonra, devrimin ideallerine ihanet eden burjuvazi hikayeleri açısından zengin olması tespitimizi destekler niteliktedir.

Lenin’de Burjuva Devrimi

Burjuva devriminin karakterine ve erimine dair tartışmaları Bolşevik hareketin tarihinde, özellikle Lenin’in eserlerinde de takip etmek mümkün. Özellikle Nisan Tezleri ve Ekim Devrimi’nde Lenin’in aldığı tutum yürütmekte olduğumuz tartışma açısından oldukça aydınlatıcı.

1905’ten Ekim arifesine Bolşeviklerin değerlendirmesi, Rusya’da 1905 Devrimi ile başlayan burjuva demokratik devriminin tamamlanması için burjuvaziyi sıkıştıracak, burjuva demokratik devrimi sürecinin tamamlanması ile hızla kendi “azami” programının mücadelesine geçecek bir konuma ihtiyaç duyulduğu yönünde idi. Ekim’e aylar kala bu okuma ile kendi görevini sosyalist iktidarın önkoşullarının oluşturulması olarak gören Bolşevikler, Lenin’in aksi yönde ısrarları ile kendilerini hiç beklemedikleri bir tartışmanın içerisinde bulurlar. Lenin, o güne kadar tutulan pozisyonun aksine sosyalist iktidarın olanaklı hale geldiğini “İktidarın bir sınıftan ötekine geçişi, sözcüğün salt bilimsel anlamıyla olduğu kadar, politik ve pratik anlamıyla da bir devrimin birinci, başlıca ve esas belirtisidir. Burjuva devrimi ya da burjuva demokratik devrim Rusya’da bu bakımdan tamamlanmıştır (vurgu bize ait – S.A.).”4 Vladimir İlyiç Lenin, 2006,Nisan Tezleri ve Ekim Devrimi (6. Basım), çev. Muzaffer Erdost, Ankara: Sol Yayınları, s.21

Bu tavır değişikliği Lenin’in burjuva demokratik devrimi olarak adlandırılan tarihsel gelişmenin kapsamını ve uzamını tarif etmesi sebebiyle önemli. Öncelikle burjuvazinin devrimci enerjisinin temsilcisi olduğu ekonomik düzenin önündeki üstyapı temelli engellerin kaldırılması ile sonlandığı tespiti, bir önceki bölümde burjuva devriminin karakterine yönelik tespitlerimiz ile uyumluluk gösteriyor. Burjuva devriminin burjuvazinin iktidarı alması ile tamamlandığı yönündeki tespit Nisan Tezleri ve Ekim Devrimi’nde birden fazla dile getirildiği ölçüde, bu kullanımın bir çeviri hatası veya Lenin’in düşüncelerini tam anlamıyla ifade etmeyen arızi bir kullanım olmadığından emin olmak mümkün.

Burjuva demokratik devriminin tamamlandığı yönündeki tespit ise elbette klasik anlamı ile burjuva devrimlerine atfedilen “demokratik” görevlerin tamamlandığı yönünde bir tespit değil. Bu, bugün çok basit bir internet araştırması ile yalanlanabilecek bir iddia olurdu. Lenin’in iddiası burjuvazinin iktidarı ele geçirdikten sonra siyasal ve toplumsal alanda halkın siyasete katılımının önünü açmasını, kamu çıkarına yaslanan bir siyasal zemini dayatmasını beklemenin gerçekçi olmadığı yönünde. Yani Lenin burjuvazinin iktidarı ele geçirmesi ile birlikte, kendi iktidarının önünü açmak için kullandığı düşünsel zemin ile olan bağlarını kaybetmeye başladığını, burjuvazinin tanımı itibariyle yarım bırakmak durumunda kaldığı devrimin sosyalist iktidarın ön koşullarını yarattığını öne sürüyor. Nisan Tezleri ve Ekim Devrimi’nin devrimci ve evrensel özünün bu tespitte yattığını söylemek isabetli olacaktır.

Hobsbawm, Avrupa’yı 1848 Devrimlerine taşıyan enerjiyi “Eski toplumdan kalan şeylerin yol açtığı bunalımla, yeni toplumun bunalımları çakışıyor görünüyordu”5Eric Hobsbawm, 2003,Devrim Çağı (3. Baskı), çev. Bahadır Sina Şener, Ankara: Dost Yayınevi, s. 327 şeklinde değerlendiriyor. Bu değerlendirmeye göre eski rejimin üstyapı kurumları kapitalist üretim ilişkilerini temsil edecek biçimde yeniden kurgulandıklarında, yani kapitalizmin yarattığı uzlaşmaz çelişkiler ile eski rejim karşısında yükseltilen ve henüz cevaplanmamış olan “demokratik” talepler birbirlerinin içerisinde çözüldüklerinde işçi sınıfının kendi için sınıf olarak siyaset sahnesine çıkması olanaklı oluyor. Aynı akıl yürütmesini devam ettirerek burjuva devrimlerinin eksik karakterinin, burjuva devrimi tamamlandığı anda işçi sınıfını devrimci bir kuvvet olarak tarih sahnesine çıkmaya zorladığını söyleyebiliriz. “Devrimin güncelliği” olgusunu böyle bir zeminde değerlendirmek, 1789’dan 1917’ye bir sürekliliğin yanında bugün devrimci siyasetin boşluğunu yakalamak konusunda ön açıcı olacaktır.

Aydınlanmanın Mantıksal Sınırları

Aydınlanma düşüncesinin temel talebi, doğrudan o dönemin felsefecileri tarafından “özgürlük olarak tanımlanabilecek şeylerin en masumu: toplumsal meselelerde kendi aklını kullanma hakkı”6 Immanuel Kant, “Was Ist Aufklärung”, Utopie Kreativ, Sayı: 159, Ocak 2004, s. 5-10 olarak ortaya koyuluyor. Bu temel talebin Fransız Devrimi’nin toplumsal programının temelinde yer aldığını söylemek abartılı olmayacaktır. Toplumun seyrini belirleme hakkı, doğa dışı güçlerden alınan yetkilerin yerini insan aklı ve iradesinin alması, toplumun doğrultusunun ise kamunun çıkarı tarafından belirlenmesi gerektiği iddiası eski rejimin kuvvetli olduğu coğrafyalarda halk sınıflarından insanların yönetimin bir parçası olmasının önünü açtı. Bu da bahsedilen coğrafyalarda burjuvazinin temsilcilerinin iktidara gelmeleri için bir olanak anlamına geliyordu elbet, fakat aynı zamanda başka halk sınıflarının da benzer talepleri yükseltmesinin olanağını ortaya koyuyordu. “Üstelik, Fransız Devrimi’nin büyük mirası, yani kitlelere aşılanan siyasi bilinç ve kalıcı siyasi eylemlilik er geç siyasal yaşamda biçimsel bir rol üstlenmeleri anlamına geliyordu.”7Eric Hobsbawm, 2003,Devrim Çağı (3. Baskı), çev. Bahadır Sina Şener, Ankara: Dost Yayınevi, s. 327

Bugün toplumların akılla ve kamu çıkarı gözetilerek yönetilmedikleri çok açık. Şu ana kadar yürüttüğümüz tartışma en azından burjuvazinin, bir sınıf olarak, böylesi bir dönüşümü gerçekleştirmek adına ne enerjisinin ne de böyle bir tarihsel dürtüsünün olmadığını ikna edici bir biçimde ortaya koyuyor. Bu bağlamda Aydınlanma düşüncesi ile başlayan düşünsel serüven, kendi doğal seyrinde sosyalizme varıyor. Yazıya başlarken işaret ettiğimiz tartışmalarda sağlıklı bir biçimde yol alabilmek ise Fransız Devrimi’nin geçmişimizde olduğu kadar ufkumuzda da yer tuttuğunu görmekten geçiyor.

Notlar:

[1] Eric Hobsbawm, 2003,Devrim Çağı (3. Basım), çev. Bahadır Sina Şener, Ankara: Dost Yayınevi, s. 9-10

[2] Karl Marx, 2011, Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı (7. Basım), çev. Sevim Belli, Ankara: Sol Yayınları, s. 39

[3] Ellen Meikins Wood, 2012,  Kapitalizmin Arkaik Kültürü (2. Basım), çev. Oya Köymen, İstanbul: Yordam Kitap, s. 20

[4] Vladimir İlyiç Lenin, 2006,Nisan Tezleri ve Ekim Devrimi (6. Basım), çev. Muzaffer Erdost, Ankara: Sol Yayınları, s.21

[5] Eric Hobsbawm, 2003, Devrim Çağı (3. Baskı), çev. Bahadır Sina Şener, Ankara: Dost Yayınevi, s. 327

[6] Immanuel Kant, “Was Ist Aufklärung”, Utopie Kreativ, Sayı: 159, Ocak 2004, s. 5-10

[7] Eric Hobsbawm, 2003,Devrim Çağı (3. Baskı), çev. Bahadır Sina Şener, Ankara: Dost Yayınevi, s. 327

Döviz ile destek olmak için Patreon üzerinden bağış yapabilirsiniz.
Türk Lirasıyla destek olmak için Kreosus üzerinden bağış yapabilirsiniz.
Devrim dergisini dijital ya da basılı olarak edinmek, abone olmak için Shopier’daki mağazamıza göz atabilirsiniz.
Sinan Akmeşe
Author