Bugünün dünyasında sıkça duymaya başladığımız ve belki de pek çoğumuz için artık kanıksanmayacak düzeyde doğru sayılmaya başlanan belirli tanımlamalar, zihinsel dünyamızdan toplumsallığımıza, siyasal kavrayışımızdan gündelik hayatı algılayışımıza kadar bizleri içerisine alabiliyor. Bunlardan ilk akla gelen ve popüler örnek olan Z Kuşağı tanımlaması, özellikle siyasetçilerin son zamanlarda sıkça kullandığı, kabaca bir kültürel tasnifi içeren, içi boş bir soyutlama düzeyini anlatıyor. Gençliği tüm etkenlerden bağımsız yeknesak bir bütün olarak kabul eden bu tanımlama, gençliğe dair farklı politik dinamikleri, sosyo-kültürel arayışları, değişkenleri görmezden gelerek yalnızca belirli kültürel segmentlerin gündelik yaşamdaki görünürlüğü üzerinden bir belirlenimi ifade ediyor. Fakat bu tanımlama düzeyi, gençliğin gerek gündelik yaşam pratikleri gerekse siyasal ve ideolojik tutumları bakımından toplumun parçalı yapısını yansıttığını gözden kaçırdığı gibi kendi başına bir kategori olarak gençliğin toplumsal ve siyasal yaşamın bütünü üzerindeki etkisine de gözlerini kapatıyor. Buna göre gençlik, toplumsal dünyayla ilgisiz, yaşadığı düzenden soyutlanmış ve yalnızca bireysel kabuğunda dünyayı algılayan, bu algılama düzeyiyle de özellikle sosyal medyada kendini var eden, toplumsal kimliğini ve kültürünü buradan yapılandıran bütünsel fakat eksikleri olan bir sınıflamayı işaret ediyor.
Gençlik Bireysel Alana İndirgenebilir mi?
Gençliğin dinamizmini salt birey ve bireye etki eden kültürel çevre üzerinden okuyan bu çıkarımlar, bugüne kadar gençliğin tarih sahnesindeki görevini, konumlanışını ve onun siyasal bir kategori olarak toplumsal dünyadaki varlığını kabul etmemek anlamına geliyor. X, Y ve Z olarak devam ettirilen bu kategorileştirmenin başlangıcı itibariyle pazarlama alanındaki şirketlerin tüketici davranışlarını incelemek ve ona yönelik yeni stratejiler geliştirmek için teorize edildiğini ise unutmamak gerekiyor. Dolayısıyla bu yaklaşım, ilgili kuşakların gençliklerini yaşadıkları dönemdeki kültürel yakınlıklarına, sadece gündelik hayattaki alışkanlıklarına odaklanıyor.
Peki gençlik gerçekten de bu kadar dar bir sınıflandırmayı hak ediyor mu? Gençlik denilen olgu sadece birtakım kültürel yakınlık ya da uzaklıklarla, yaşam tarzındaki gerilik ya da ileriliklerle mi tanımlanmalı? Kuşkusuz hayır.
Gençlik, tarihselliği ve güncelliği ile yalnızca pazarlama dünyasının tanımlarına sığamayacak kadar geniş bir ufku ve dinamizmi içeriyor. Dinamizmin kaynağında bulunan ana doğrultu ve düzlem, gençliğin tarihsel olarak özneleştiği politik hattı bize gösteriyor. Gençliğin sadece bir biyolojik dönem olarak algılanmamasının gerekliliğine vurgu yapan bu düzlem, var olanı reddetmekten korkmayan, daima yeniyi arayan, bulduğu yenilik karşısında onunla yetinmekten ziyade daha yeniyi ve ileriyi sürekli olarak kovalayan bir duruşu içeriyor. Bu duruş aynı zamanda gençliğin doğru olduğunu kavradığı bir yönde hiçbir başarı garantisi beklemeden kararlılık sergilemesini de olanaklı kılıyor. Gençliği politik bir özne olarak genç yapan ana eksen, bize göre burada yatıyor.
Gençliği politik bir kategori olarak algılamamızın önüne set çeken popüler kavrayış ve tanımlamaların da derdi tam olarak bu eksenin tarihselliğiyle ilintili. Gençliğin toplumsal konumuna dair yalnızca birey olarak var olan ve apolitik bir toplumsallık kavrayışını empoze ederek pek çok soyut başlığı açanların derdi ise gençliğin yeniden politik bir özne olarak toplumsal ve siyasal dünyada var olmasını engellemekten geçmekte. Bu dert, gençliğin bir tüketici olarak kalmasının zararsızlığı ve kârlılığı oranında da güçlenmekte. İlk sorumuza geri dönelim. Peki gençlik gerçekten onların bahsettiği kadar sığ bir sınıflandırmayı hak ediyor mu ya da gerçekten de gençlik denilen kategorinin ufku bu kadar mı? Tarihsel örnekleriyle incelemek bizim de bakış açımıza katkı sağlayan değerli bir noktaya işaret edecek.
Jön Türkler: İlk Genç Kuşak
Modernleşme tarihimiz, Jön Türklerden başlayarak genç bir atılımın doğuşuyla birlikle gelişti. Gözler önünde can çekişen büyük ve yaşlı imparatorluğun içindeki bir grup “mektepli” gencin ilerici atılımları önce istibdat yıllarını aşmış, daha sonra da aynı genç kuşak bu kez bir kuruculuk üstelenerek Cumhuriyet’i kurmuştu. İçinden geçtikleri dönemin siyasal çalkantıları kuşkusuz her dönemde olduğu gibi onları da bir saflaşmaya itmiş ve Lenin’in Rus gençliğine yönelik geliştirdiği tarife benzer şekilde, toplumsal alandaki sınıflaşmalar genç kuşaklar arasında da doğalında yer bulmuştu.
Lenin, Gençlik Üzerine isimli derleme kitabında, Osvobojdenye gazetesinde gençlik kategorileştirmesine dair yayımlanan yazı üzerine belirli eklemeler yapıyor. Buna göre gençliğin parçalı bir bütün olarak var olduğunu ve Osvobojdenye gazetesinde yazılan haliyle belirtilen gruplaşmaların (1. “ilgisiz kalabalık”; 2. “akademistler; 3. “milliyetçiler, Yahudi düşmanları vb”; 4. “politikacılar” – çar despotizminin yıkılması için mücadeleye taraftar olanlar) rastlantısal olamayacağını belirtiyor. Rastlantısal olmayan durumun ise öğrencilerin ya da bütün olarak gençliğin, aydınların en duyarlı tepkide bulunan bölümü olması ve aydınların (öğrencileri de kastediyor) tüm toplumda sınıf çıkarlarının ve siyasal gruplaşmaların gelişmesindeki en bilinçli, en kararlı ve en doğru biçimde yansıtan kesimi oluşturması olduğunu vurguluyor.1V.İ. Lenin, 1977, Gençlik Üzerine, Sol Yayınları, Çev. Nabi Dinçer, s. 180.
Bizim bahsetmiş olduğumuz ve Lenin’in aktardıkları ile paralellik içeren doğalında yer bulma hali ise onların birer yarı aydın ve yalnızca var olan duruma reddiye ile bakmalarından hareketle gelişen bir salt doğrudanlık sonucu olarak değil, verili durumun somutluğuyla da gelişiyor. Daha önce Yeni Yazılar dergisinde yazıldığı haliyle2https://yeniyazilar.org/sayi-1/aydinlanma-ve-genclik/ iki temel etkenin önceliği burada öne çıkıyor. Kısaca bahsetmek gerekirse bunlardan ilki, bahsedilen “mektepli” genç kuşağın üretim ilişkilerin dışında konumlanmış olması. İmparatorluk can çekişirken onların konumu, toplumsal ve siyasal ilişkilere dışarıdan bakmalarını sağlıyor. İkinci etken ise, mektepli olmalarından hareketle ideoloji üreten merkezlere yakın olmalarında yatıyor. Bahsettiğimiz yarı aydın olma durumunun somutlaştığı ana uğrak da burada şekilleniyor ve modernleşme tarihimiz içerisinde bizim bahsettiğimiz doğrultudaki ilk genç kuşak, aydınlanma düşüncesinin ilk bayrak taşıyıcıları olarak tarih ve siyaset sahnesinde yerini alıyor. Bu sahne onları bir süre sonra oyunu sonlandırmaya çağırıyor ve Cumhuriyet bu genç kuşağın elindeki bayrakla göğe yükseliyor. Bahsedildiği haliyle günümüzde gençliğe dair algılanan dar ufuk ve birey temelli kavrayış tarihimizde yer bulamıyor ve toplumsal alanla ilişkisini ve düzeyini bir yenilik ve devirme iddiası ile bulan genç kuşak, düzeni devam ettirmekten yana değil, onu yıkarak başka bir yeniyi kurma iradesi gösteriyor. Merakı, cesareti ve arayışı ise bize göre bu kuşağın ana mihenk taşını oluşturuyor. 1908’de attıkları bu ilk adım, modernleşme tarihimiz boyunca gençliğin taşıyıcı dinamiklerini barındırması anlamında değerli bir yere oturmalarını sağlıyor.
68’den 12 Eylül’e, 12 Eylül’den Bugüne
Jön Türklerden gelen ve Cumhuriyet ile somutlanan durum, kurucu kadroların sınıfsal karakterleri ile birlikte bir süre sonra sönülmense de bu kez bayrağı 68 Kuşağı devralıyor. Dönem içinde Orta Doğu ve Avrupa’da başlayan sol hareketler, ülkemizde de yankı buluyor ve aydınlanmadan, ilerlemeden yana olan gençler bu kez, düzenin onlara sunamadığı verili tabloyu tersine çevirmek ve emekten yana bir ülkeyi kurmak adına kollarını sıvıyor. Avrupa’da ve özellikle 68 hareketinin başlangıç noktası olarak kabul edilen Fransa’daki Üniversite hareketlerinin bir adım ilerisinde yer alarak, iktidar arayışı ile yeni bir ülke kurmanın yolları aranıyor. Başta Filistin olmak üzere Orta Doğu’daki kurtuluş mücadelelerinden esinleniliyor. O yılların Türkiye’sinde sadece okullarını bitirdiklerinde kendilerini bekleyen görece konforlu geleceğe rağmen bireysel kabuklarını yırtan genç kuşak, siyasal bir düş kurarak sosyalizmin bu topraklarındaki en kalıcı izlerini bırakıyor. Daha önce bahsetmiş olduğumuz iki temel etken, bu kuşak için de şüphesiz esaslı bir nitelik ile gençlik mücadelesinde yerini alıyor. Üretim ilişkilerinin dışındaki konum ve ideoloji üreten merkezlere üniversite dolayımıyla yakınlık, gençliğin yarı aydın özelliği ile toplumsal ve siyasal dinamiklere dokunabilme yetisi kazanarak memleket üzerine kurucu bir iddia geliştirmesini sağlıyor. Bugünün popüler kuşak tarifi ile yakından uzaktan alakası olmayan bu durum, gençliğin bugününe etki eden toplumsal duyarlılığının politik bir çerçeveye sahip olduğunu bizlere yeniden hatırlatıyor.
Bu geleneğin mayası bu topraklardan henüz silinememiş olsa da 80 darbesi ile budanmak isteniyor. Fakat gençliğin özünde yatan bahsetmiş olduğumuz değerler ve onu kendisiyle buluşturan gelecek tahayyülü her türlü zora rağmen yine de silinemiyor. Bugünün gençlik algısının tohumlarının atıldığı 80’li yıllar, hem ülkemizin hem de dünyanın köklü bir değişim yaşadığı bir döneme tekabül ediyor. Kamucu ve toplumcu fikirler git gide dünyada gerilerken, bireyciliğin ön plana çıkartıldığı sahte özgürlük algısı önce tüm topluma, sonrasında ise sistemi taşıyacak olan gençlere enjekte ediliyor. 80 darbesi ile birlikte üniversitelerin entelektüel ve ideolojik konumları sarsılırken, gençliğin de üniversitelere yalnızca meslek edinme kurumları gibi bakmasının en doğru yol olduğu birçok ağızdan vaaz ediliyor. Ama gençlik yine yatağını buluyor ve 80’lerin boğucu yıllarında üniversite derneklerinde buluşarak memleket üzerine kafa yormaktan, sistemle olan kavgasından bir adım geri çekilmiyor. Daha 12 Eylül Anayasası hazırlanmadan kurulan YÖK, cuntanın bütün toplumu olduğu gibi üniversiteleri de militarist yapıya emir-komuta ilişkisi ile bağlama isteğinin bir aracı olarak kullanılırken gençlik kendi kabuğunu kırmakta inat ediyor. 68’lilerden ve modernleşme tarihimizden alınan miras, onlara biçilen apolitik yaşam tarzının çeperinden taşıyor. Sistemin birçok farklı alandan gençliğin zihin dünyasına taşıdığı liberal ufuk mutlak ölçüde gençlik içerisinde bir kırılmaya yol açsa da var olan maya siyasal, kültürel ve toplumsal hayatın damarlarından akmaya devam ediyor. Sistemin, gençliğin toplumsal misyonuna dair biçtiği yeni arayış ve tanımlama düzeyi, Gezi başlayana kadar da (ve hala) doğru kabul ediliyor, ancak varsayılan doğrunun büyük bir yanılgıyla yıllar yılı beslendiği 2013 Haziran’ında tüm muhalif kesimlerin ve özel olarak gençliğin iradi çabası sonucunda ortaya çıkıyor.
Avrupa’da daha düzenli ve geçim derdi yaşamadan geçecek olan günleri hayal eden üniversite mezunları, üniversite öğrencileri, liseliler, beyaz yakalılar, işçiler, işsizler, kadınlar, her birimiz 2013 Haziran’ında ortak duygu ve düşüncelerle bir araya geldik. Bugün, gençlerimizi memlekette tutamıyoruz diyen 50’li yaşlarını geçkin pek çok kişinin hayıflandığı ve memleketin geleceği diye adlandırılan genç kuşak oradaydı. Genç beyinlerimiz diye her yerde övünülen, mezun olduğunda asgari ücret bile verilmeyen bizler oradaydık. Soruların çalındığı yıl YGS’ye giren gençler oradaydı. Her gün dışarıda çeşitli saldırılara ve tacizlere maruz kalan kadınlar oradaydı. Geçim derdi içinde nefes almak, söz söylemek, haykırmak ve isyan etmek için gençlerin yanında saf tutan emekçiler, işçiler oradaydı. Plazalarda kendi kültürel dünyasından ve birikiminden hala umudunu yitirmemiş ama gün geçtikçe statüsü ve geliri düşen beyaz yakalılar oradaydı.
Yeni toplumsal hareketler kuramına göre, heterojenliğın başat olduğu ve farklı toplumsal grupların ortaklaştırılamayan isteklerinin bir bütün olarak sergilendiği fuar alanı gibi betimlenen3Hayriye Özen, (2015). “Meydan Hareketleri ve ‘Eski’ ve ‘Yeni’ Toplumsal Hareketler,” Mülkiye Dergisi, 39(2), s. 18. toplumsal hareketlerden biri olarak gösterilmeye çalışılan Gezi, tüm bu bahsedilen farklı kesimlerin farklı etkenlerinin yanında ortak bir derdini içeriyordu: Geleceksizlik. Özellikle gençlerin memlekete dair söz söyleme ihtiyacı duymaları da, kendi bireysel dünyalarından çıkıp örgütlü bir çaba altında toplanmak istemeleri de, AKP iktidarına karşı “hayır” sözünü yükseltmeleri de gericiliğin kuşattığı Türkiye’nin gençliğe gelecek sunamıyor olmasının ürünüydü. Bireysel düşün ve eylem dünyasında devinip yalnızca kendisini düşünen, örgütlü bir harekete katılmaktan imtina eden, hele hele sola dair düşünce ve eylemlere uzak duran, genel olarak liberal bir nesil olarak nitelenen gençlik, kendisinden beklenmeyeni yaparak AKP’nin hala ağzından düşürmediği Gezi’yi yarattı.
Cumhuriyet tarihimizin en görkemli ve büyük eylemliliklerine sahne olan 2013’ten bugüne baktığımızda ise gençliğin geri çekildiği ya da sindiği tezi şöyle dursun, ülkenin içinden geçtiği her uğrakta sözünü yükseltmekten imtina etmeyen gençlik, arayışını, cüretini ve değiştirme iradesini göstermeye devam ediyor. Yakın dönemden ilk akla gelen büyük çaplı örnekler olarak Boğaziçi Üniversitesi öğrencileri sadece birilerinin kendilerine adına karar vermesini reddetmekle kalmayıp kayyum rektör Melih Bulu’yu okuldan göndermesini de bildi. Bir diğer örnek olarak uzunca bir süredir içinden geçmekte olduğumuz ekonomik kriz karşısında gençlik ODTÜ’de, Ankara Üniversitesi Cebeci Kampüsü’nde, Bilkent’te ve İTÜ’de sesini en yüksek perdeden duyurdu ve her tarihsel uğrakta olduğu gibi toplumsal algının üzerinde bir netlikle toplumun sesi olabilmeyi başardı.
Gençlik, kendisine dair önceki satırlarda bahsedilen salt bireye dönük popüler gençlik tanımlamalarının aksine, toplumsal dinamiklerin tam ortasında aktif, örgütlü bir reaksiyon göstererek hem kampüslerinde hem de mahallelerinde AKP iktidarının gerici politikalarına karşı kendi kimliğini, tarihsel bir netlik ve doğrultu ile korumayı ve ilerletmeyi başardı. Sistem ideologlarının 1965 ve 1980 seneleri arasında doğanlar için X, Gezi’ye ana dinamiğini veren gençlik için Y, bugüne etki eden ve geleceğe etki edeceği konuşulan kuşağı ise Z kuşağı olarak adlandırma ısrarı devam etse de, modernleşme tarihimizden itibaren gençlik için bahsettiğimiz ortak değerler güncelliğini korumaya, ülkemizdeki mayasını diri tutmaya devam ediyor. Yalçın Küçük’ün Alev Alatlı ile tartıştığı ve kendisinin aydın tanımlaması için bize kısa bir özet veren programda4https://www.youtube.com/watch?v=p4ytC-cWpP0 Küçük’ün kullandığı kavramlara başvuracak olursak eğer, yarı aydın olarak nitelemeyi tercih ettiğimiz gençliğin macerası, isyanı ve distopyası; yani merakı, cesareti, cüreti, ve daima yeniyi ve daha ileriyi, daha güzeli arayan yapısı, tarihimizden gelen miras ile aydınlanma bayrağı altında kendisini var etmeye devam ediyor. Gençliği yalnızca biyolojik ve kültürel bir aynılık üzerinden tanımlayan ve toplumsal/siyasal alanla hiçbir denklik kuramayan kategorileştirmenin ise Türkiye tarihini yok saymak olduğu su götürmez bir gerçek olarak karşımızda duruyor.
Notlar:
[1] V.İ. Lenin, 1977, Gençlik Üzerine, Sol Yayınları, Çev. Nabi Dinçer, s. 180.
[2] https://yeniyazilar.org/sayi-1/aydinlanma-ve-genclik/
[3] Hayriye Özen, (2015). “Meydan Hareketleri ve ‘Eski’ ve ‘Yeni’ Toplumsal Hareketler,” Mülkiye Dergisi, 39(2), s. 18.