“Cumhurbaşkanına hakaret” suçu, gazeteci Sedef Kabaş’ın önce evinden gece vakti gözaltına alınması ve akabinde tutuklanmasıyla tekrar ülkenin gündemine girerek halihazırda var olan bir tartışmayı canlandırdı. Hem somut olay özelinde hem de genele ilişkin bir sonucu ortaya koymak bizler açısından değerli.

Kabaş’ın Cumhurbaşkanı’nın siyasi alanda kendisinden olmayanlara karşı kullandığı sert dili eleştiren genel bağlam içerisinde şu sözlerinin söz konusu suçlamaya konu olduğu iddia edilmektedir:

“Meclis’te tartışmalar olur mu? Olur. Siyaseten kavgalar olur mu? Olur Fikir ayrılıkları olur mu? Olur. Ama bunu bir tartışma platformunda yaparsınız, bir atışma yaparsınız, hiciv sanatından yararlanırsınız, ironi kullanırsınız… Ama üslup düşüklüğü ne demektir? Küfretmek ne demektir? Yani çok meşhur bir söz vardır, ‘Taçlanan baş akıllanır’ diye. Ama görüyoruz ki, gerçek değil. Ya da tam tersi bir söz vardır. Haydi onu söylemeyeyim, büyükbaş hayvan diyeyim. Büyükbaş hayvan bir saraya girdiği zaman o kral olmaz, o saray ahır olur denir. Yani tam tersini ifade eder. Şimdi siz, bir konum itibariylebu ülkeyi kucaklamanız gerekirken yani bu kadar… Hadi, fikir ayrılığınız da olabilir. Hayata bakışınız da farklı olabilir. Kendinizi ‘muhafazakar İslamcı’ olarak da temsil edebilirsiniz. Benden olmayan herkes düşman, bana oy vermeyen herkes hain ve benim yanımda yer almayan, bana muhalefet yapan demek ne demek?”

Peki temel soruyu soralım: Bu sözler Türk Ceza Kanunu’nun 299. maddesinde düzenlenen “Cumhurbaşkanına hakaret” suçunu oluşturur mu?

Türk Ceza Kanunu’nun 299. maddesi, “Cumhurbaşkanına hakaret” suçunu düzenlemektedir. Bu maddeye göre Cumhurbaşkanı’na hakaret ettiği kabul edilen yurttaşların bir yıldan dört yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılması öngörülmektedir. Maddeler halinde sadeleştirerek elimizdeki tüm verileri sıralarsak;

  1. Gazeteci sıfatı bulunan bir yurttaşın iktidarın politik yaklaşımını ve yaptıklarını eleştirmek amacıyla verdiği beyanlar mevcuttur.
  2. Hakaret ettiği iddia edilen kişi hem AKP Genel Başkanı hem de Cumhurbaşkanı sıfatlarını birlikte taşımaktadır. Kamuya mal olmuş kişi olduğu tartışmasızdır. 
  3. Adalet Bakanı Abdülhamit Gül başta olmak üzere tüm üst düzey devlet görevlilerinden tepki almış ve özetle bedel ödeyeceği dile getirilmiştir.

Kabaş Ne ile Suçlanıyor?

Hakaretin mağduru olduğu iddia edilen kişi lehine yapılan tüm açıklamalar, sözlerin incitici, sert ve kırıcı olduğu dile getirilmiştir. Eleştiri, yapılanı veya düşünüleni onaylamama anlamı taşıdığı için niteliği gereği incitici, sert ve kırıcı olmak zorundadır. Eleştiri yöneltilen kişi veya grupları rahatsız eden, duymak istemediklerinin söylenmesidir. Dolayısıyla söz konusu söylemlerin hukuk açısından bir karşılığı bulunmamaktadır.1Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 2001/9-132 E. – 155 K. Sayılı kararı

İkinci söylem ise ülkenin cumhurbaşkanına yönelen bu söylemler karşısında itibar, şeref ve haysiyetinin korunmasının özel bir önem teşkil ettiğine ilişkindir. Bu beyanın bir diğer uzantısı, doğrudan doğruya sözlerin ifade özgürlüğü kapsamında olamayacağı iddiası ile pekiştirilmektedir. Bu iddiada ise normatif hukuk açısından yarışan iki hakkın varlığından söz edebiliriz: İfade özgürlüğü ve Cumhurbaşkanı/AKP Genel Başkanı’nın itibarı. Bu iki hakkın arasında dengenin kurulması, dengenin özgürlüklerden mi yoksa otoriteden mi yana kurulacağının belirlenmesi gerekir.

Hukuki Norm Ne Öngörüyor?

Hukuk dünyası bu konuyu defalarca kez tartışıp her seferinde benzer sonuçlara ulaşmış, itibarı korunan kişinin kamuya mal olmuş bir siyasetçi olması halinde itibarın değil ifade özgürlüğünün korunması gerekliliğine işaret etmiştir.2AYM, Emin Aydın Kararı, B. No: 2013/2602, 23/1/2014, § 58; Emine Rezzan Aydınoğlu Kararı, B. No: 2013/8396, 11/3/2015, § 51; Mustafa Nihat Behramoğlu Kararı, B. No: 2014/11299, 26/10/2016, § 31. Dolayısıyla söz konusu kişinin siyasetçi ve kamu gücünü kullanma yetkisine sahip olan kişi olması halinde çubuk ifade özgürlüğü yararına bükülmelidir. Bir gazetecinin gece vakti evinden alınarak tutuklanmasına karar verilmesine sebep olan eylem suç dahi oluşturmamaktadır. Gece baskınlarıyla yapılan gözaltılar ve tutuklu yargılamalar, mahkumiyet kararı olmaksızın önden cezalandırılma aracına dönüştürülmüştür.

Nitekim söz konusu hukuki tartışma daha da genişlemiş, AİHM (Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi) Şorli/Türkiye kararı ile birlikte söz konusu 299. maddenin kendisinin ifade özgürlüğünü ihlal ettiği kararına varmıştır. AİHS (Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi) 46. maddesi uyarınca, bu karar sözleşmenin tarafı olan ülkemiz makamları açısından da bağlayıcıdır. AİHM’nin bu kararı pilot karar niteliğindedir. Paralel şekilde Anayasa’nın 90. maddesi gereğince temel hak ve özgürlüklere ilişkin iç düzenleme ile uluslararası düzenlemelerin çatışması halinde uluslararası düzenlemenin esas alınması gerekmektedir. Nitekim Anayasa’nın 5. maddesi uyarınca temel hak ve özgürlüklerin kullanılmasını sağlamak da pozitif bir yükümlülük olarak devlete yüklenmiştir.

Kanuni düzenlemenin kendisini ihlal kaynağı olarak tespit edilmesi sebebiyle yargı makamları dahil olmak üzere tüm makamlarca hemen uygulanmalıdır. Aksi hal hem anayasa hem AİHS’ye aykırılık teşkil edecektir.

AKP’nin Lafta Kalan “İnsan Hakları” Vaatleri

AKP iktidarı döneminde Cumhurbaşkanı tarafından açıklanan İnsan Hakları Eylem Planı’nda, çağrıldığında gelecek olan bir kişinin gece yarısı gözaltına alınmayacağının güvencesi verilmiştir. Zaten hukukun bu şekilde işletilmesi genel ilkelere bağlı iken bu konuda sıkıntı gördüğünü iddia eden iktidar eylem planı ile sorunu ve çözümünü tespit etmiştir. Dolayısıyla yapılan yakalama ve gözaltı işlemleri hukuka açıkça aykırıdır.

Tüm bunlara ek olarak hukukumuz açısından tutuklama istisna hali olarak düzenlenmiştir. Sosyal medya üzerinden tutuklama siparişinin üst düzey devlet görevlileri tarafından verilişini seyrettik. Adalet Bakanı Gül ise henüz bir karar dahi çıkmamışken Sedef Kabaş’ın yargı önünde hesap vereceğini dile getirdi. Bu konuda Gül’e kendi sözlerini hatırlatmakta yarar görüyoruz: “Klavye başına geçip sosyal medyada bana her gün tutuklama siparişi verenlere sesleniyorum. Bu işleyişi beğenmeyen gider itiraz hakkını kullanır ama yargıya parmak sallayamaz.”3https://www.cumhuriyet.com.tr/haber/adalet-bakani-gul-klavye-basina-gecip-tutuklama-siparisi-verenlere-sesleniyorum-1807699  

Hem ulusal hem uluslararası düzenlemeler gereği bir gazetecinin gerçekleştirmiş olduğu siyasi eleştiri sebebiyle tutuklanması hukuka aykırı ve hak ihlali niteliğindedir. Buna rağmen talimat veren siyasal otorite ve bunun uygulayıcısı konumuna düşen yargıcın vermiş olduğu karar sebebiyle bu hususu dile getirmek zorunda kalıyoruz.

Kabaş’ın Tutuklanması Neye Hizmet Ediyor?

Somut olayımızda bir gazeteci, toplumun tamamına dönük bir program içerisinde görüşlerini dile getirdiği ve toplumu bilgilendirme amacıyla hareket ettiği için söz konusu yaptırıma tabi tutulmuştur. Bu durum gazetecilerin ifade özgürlüğü alanın, sıradan yurttaşa göre daha geniş yorumlanması gerekliliğine işaret eden yargı normu ile açıkça çelişmektedir. Gazetecilerin iktidar aleyhinde yorum yapması, bilgi paylaşması ve toplumda kanaat oluşturması engellenmek istenmektedir. Nitekim bu durum yurttaşların kanaat oluşturma ve haber alma hakkını da engelleyecek, iktidarın yıllardır hayalini kurduğu tek sesli medyanın oluşmasına olanak sağlama amacına hizmet edecektir. Söz konusu durum tek başına gazetecilere yönelen bir saldırı halini değil aynı zamanda Cumhuriyet’in bir kazanımı olan kamusallık ve aleniyeti de ortadan kaldırma çabasının parçasıdır.

Yukarıda kısmi olarak yurttaşlarımıza sağlanan hukuki güvenceler ile normatif düzenlemeler ışığında suçun oluşmadığı hukuk diliyle anlatmaya çabaladık. Hukuk devleti garantisinin en azından görünürde sağlamaya çalıştığı bu garantinin ortadan kalktığı, defalarca kez gördüğümüz gibi, bu tutuklama kararı ile de ortaya konmuş oldu. Söz konusu tutuklama kararı, kendi istediklerinin aksine konuşan yurttaşın hukukun temel güvencelerinden dahi yararlandırılmaması durumunun bir örneğidir. Sedef Kabaş’ın eleştirilerine konu olduğu üzere kendisinden olmayan terörist ya da suçlu ilan edilerek yurttaş değil düşman tarifi yapılmakta, bu tarif neticesinde de düşman ceza hukuku uygulanmaktadır.

Düşman ceza hukukunun bir uzantısı olarak iktidarı eleştiren kişilere, hukuken verilemez cezalar dahi mahkumiyet kararı olmaksızın infaz edilmektedir. Bu durum ise toplumsal tedirginliğe yol açmakta, toplumun genelinin düşünce özgürlüğü kapsamında olan fikirlerini ifade etmekten geri çekilmesine sebebiyet vermektedir. Tüm ulusal ve uluslararası güvenceler ortadan kaldırılarak verilen tutuklama kararının diğer bir uzantısı ise yargıya olan müdahalenin aleni olarak gerçekleştirilmesidir. Hukukun siyasal alandan ve siyasetin kendisinden bağımsız olmadığının bir örneğini gözlemliyoruz. Adalet Bakanı dahil yetkili isimler tarafından, sadece mahkemelere ait olan yargılama yetkisini ortadan kaldıracak biçimde yargıya talimat verilmiş ve bu talimat, kıdem şartını taşımayan bir yargıç tarafından yerine getirilmiştir.

Görünen odur ki, ülkemizde kurulan hukuk sistemi azami güvenceleri dahi yerine getiremez haldedir. Anayasasızlaştırma sürecinin bir uzantısı olarak yurttaşlık kategorisi yok edilmiş, yurttaşın en basit eleştirileri dahi hukuka aykırı yaptırımlara tabi tutulmaya başlanmıştır.

Her şeye rağmen nefes almaya çalışan, yaşamaya çalışan yurttaşların ülkesinde eşit, adil bir yaşamı savunmaya ve bunun için mücadele etmeye devam edeceğiz.

Notlar:

[1] Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 2001/9-132 E. – 155 K. Sayılı kararı

[2] AYM, Emin Aydın Kararı, B. No: 2013/2602, 23/1/2014, § 58; Emine Rezzan Aydınoğlu Kararı, B. No: 2013/8396, 11/3/2015, § 51; Mustafa Nihat Behramoğlu Kararı, B. No: 2014/11299, 26/10/2016, § 31.

[3] https://www.cumhuriyet.com.tr/haber/adalet-bakani-gul-klavye-basina-gecip-tutuklama-siparisi-verenlere-sesleniyorum-1807699