Ülkemiz Mayıs ayında Cumhurbaşkanı’nın ve meclis bileşiminin belirleneceği bir seçimden geçecek. Muhalefet ise iktidarın baskısından, ekonominin çöküşünden, adaletsizliklerden bıkmış olan halkı ikili bir denkleme sıkıştırmış durumda. Devrimcilerin burada bir seçenek yaratma girişimi, sosyalist bir Cumhurbaşkanı adaylığı için ortaya konan irade, kendisini bir seçenek olarak seçim dönemine taşıyamadı. Dolayısıyla seçimin sonucu baskınlaşan bu iki grubun mücadelesi belirleyecek. Türkiye’yi emekçiler açısından bir cehenneme çeviren AKP iktidarının daha fazla sömürüden başka hiçbir şey vaat edemeyeceği kesin. Peki muhalefet halka ne vaat ediyor?

Seçim yaklaştıkça verilen sözler de çeşitlenmekte. Millet İttifakı tarafı için, bu vaatleri mercek altına aldığımızda üç temel unsur ön plana çıkıyor: İlki son dönemde reklamlara da konu olan, Kılıçdaroğlu’nun yurt dışından 300 milyar dolarlık ‘temiz’ yatırım bulduğuna dair söylemi. İkincisi buna zemin hazırlayacak şekilde, demokrasi ve dış yatırımcı ilişkisine dair bilindik liberal mit. Üçüncüsü ise 418 milyar dolarlık paranın geri getirilmesine dair verilen söz.

Sıradan başlayalım. Kemal Kılıçdaroğlu’nun önümüzdeki dönem seçimleri kazanmaları halinde 300 milyar dolar yabancı sermaye yatırımı getireceklerine dair sözünü değerlendirelim. Büyük çapta yabancı sermaye girişi ilk defa gerçekleşecek bir durum değil. 80’li yıllarda neoliberal dönüşümlerle belirgin şekilde artmaya başlayan dış yatırımlar, 252 milyar doları AKP döneminde olmak üzere, toplam 267 milyar dolar tutarında.1https://www.invest.gov.tr/tr/whyturkey/sayfalar/fdi-in-turkey.aspx Bunların içerisinde yabancı şirketlere satılan onlarca devlet iştiraki ve gayrimenkuller de var. Bu süreçte yabancı sermayenin bir kalkınma yaratmak ve istihdamı yükseltmek gibi bir işlevi olmadı. Şimdi de muhalefetin getireceğini iddia ettiği yabancı sermayenin nasıl kullanılacağına dair bir taahhüt bulunmuyor. Hangi sektörlere nasıl yatırım yapılacağı, hangi yabancı şirketlerin burada söz sahibi olacağı kısmı belirsiz.

Bunun yanı sıra çalışma şartları, haftalık çalışma saatleri, sendikal örgütlenme alanlarında yapılacağı söylenen olumlu gelişmeler ile yabancı yatırımcı söylemi birbiriyle çelişiyor. Yabancı sermaye yatırımı ile gelişecek bir kapitalist kalkınma modelinde hak ve özgürlüklerin lehine bir süreç işlemesi beklenemez. Zira sermayenin tek dürtüsü ülkemizdeki ucuz iş gücünü kullanarak kârına kâr eklemektir. Türkiye’ye yapılacağı iddia edilen yatırımlar ülkemizin demokratik gelişmişliğinden veya ülkemiz insanlarını sevdiğinden kaynaklanmıyor. Çokça verilen Güney Kore kapitalist kalkınma modeli örneğine de bakacak olursak gelir eşitsizliğinin çok yüksek olduğunu, 2018 yılına kadar haftalık çalışma saatinin 68 saat olduğunu, çocuk işçiliğinin yasal ve haftalık 40 saat olduğunu, 2018’deki değişiklik ile yetişkinlerde haftalık 52 saat, çocuklarda haftalık 35 saate düştüğünü, (şu an Güney Kore’de haftalık çalışma süresinin bu kez 69 saate yükseltilmesi gündemde) sendikal hak ve özgürlüklerin kısıtlı işletildiğini bilmekte fayda var.2https://sputniknews.com.tr/20180301/guney-kore-haftalik-calisma-suresi-kisaltildi-1032450883.html3 https://tr.euronews.com/2023/03/11/guney-kore-haftalik-calisma-saati-sinirini-52den-69a-cikarmayi-planliyor Bu şekilde icra edilen “kalkınma” için uzun yıllar süren sert bir askeri diktatörlük gerektiğini de unutmamalıyız. Düzen muhalefetinin kapitalizm içi bir kalkınma modeli dahi önermediğini eklemeyi de unutmayalım.

Yukarıda bahsettiğimiz ilk vaadin ideolojik dayanağı, “Demokrasi gelince yatırımcı da gelecek” söylemi. AKP’nin ‘demokrat’ maskesini henüz indirmediği ya da bir başka deyişle ülkenin yönetiminin Batı tarafından algılan “demokrasi” anlayışına görece uygun olduğu 2012 yılındaki verilere bakalım: BAE, Kuveyt gibi krallıklarla, emirlikle yönetilen ülkeler Türkiye’den neredeyse 2 kat fazla dış yatırım almış.4https://web.archive.org/web/20160611111850/https://www.cia.gov/library/publications/the-world-factbook/rankorder/2199rank.html?countryname=Turkey&countrycode=tu&regionCode=mde&rank=41#tu Yani mesele demokrasi değil. Buna ek olarak demokrasi ile dış yatırımcı ilişkisinin orantılı olduğuna dair kurulan söylem tehlikeli bir işleve sahip çünkü ülkedeki iktisadi problemlerin üretim ilişkileriyle bağlantısını gizliyor. Zenginin daha çok zenginleştiği, halkın yoksullaştığı bir düzleme karşı politika türetme görevi ıskalanıyor; çözüm hayali böylece dış bir kurtarıcıya havale ediliyor. 2016-2022 yılları arasında sermayenin net hasıladan payı yüzde 10,6 sıçradı, ücretlerin payında da benzer oranda bir gerileme gözlendi.5https://haber.sol.org.tr/yazar/akp-iktidari-ve-oncesi-ekonomik-bir-bilanco-371564 Sömürüdeki net artış ortadayken muhalefetin sermaye girişini tartıştırması bir anlamda hedef saptırma işlevi de görüyor.

Düzen muhalefetinin yukarıda bahsettiğimiz ilk iki önermesine aykırı bir eksende gibi gözüken ‘hazineden çalınan 418 milyar doların geri getirilmesi’ sözü ile devam edelim. ‘Yabancı yatırımcıyı korkutabilecek’ bu vaat de bahsettiğimiz ilk iki vaat ile çelişkili bir konumda. 418 milyar doları geri alabilmek için liberal dinin en önemli kutsalı olan özel mülkiyetin dokunulmazlığı ile kavga etmek gerekiyor. Zaman zaman Kılıçdaroğlu’nun çıkışlarıyla gündeme gelen bu söyleme ittifakın geri kalan unsurlarının mesafeli tavrı bu anlamda çok daha tutarlı. Gerçeküstü rakamlarda dış yatırım iddiası ve demokrasi kavramı üzerinden Batı ile yeniden ısınacak ilişkilerin getireceği ekonomik ferahlama beklentisi ile özel mülkiyeti tartışmalı hale getiren bu iddia açıkça çelişiyor. Sermaye sahiplerinin geçmiş dönemlerde bir şekilde ‘kazandığı’ paraların sorgulanabilmesi görüşü mevcut liberal normlara göre demokrasi karşıtlığının neredeyse birebir tanımı niteliğinde. Haliyle halkın örgütlü gücünün kendisinden çalınanların takipçisi olması ve her türlü dış yaptırımın göze alınması dışında herhangi bir yöntemle milyarlarca doların geri alınabilmesi ihtimal bile değil.

Düzen muhalefetini destekleyen HDP ittifakının ve bileşenlerinin ekonomi politikaları da siyasal pratikte kendini mecliste sunulan önergelerin dışında var edemediği oranda kozmetik ifadeler olarak anlam kazanıyor. Örneğin ABD-NATO-AB ile ara açılmadığı sürece seçim bildirgelerinde geçen haftalık çalışma saati, kamulaştırma, özelleştirme karşıtı maddeler vitrin süsü olmaktan başka bir anlam ifade etmiyor. Üretim araçlarının toplumsal mülkiyetini temel almayan çıkışlar gerçekçilikten uzaklaşıp düzen muhalefetine yakınlaştıkça, sosyalistlik iddiası da afilli sözlere ve düzen muhalefetinin ortak sözlerinin değişik ve “yeni” bir biçimde ifade edilmesine indirgeniyor. Bunun yanı sıra ülkemizde ve bölgemizde ABD’yi doğrudan karşıya almadan kamulaştırmadan bahsetmek de emperyalizme karşı bir duruş geliştirmek de pek mümkün değil.

Muhalefetin halka daha fazla bağımlılık vaat ettiği belli, peki devrimcilerin talebi ne olmalı? Nasıl bir ekonomik modele ihtiyacımız var? Türkiye emperyalistlere muhtaç mı? Bütün ekonomi planımızı ABD ve AB tarafından yapılacak dış yatırımlara mı bağlamalıyız?

Hayır, emperyalistlere ve sermayeye muhtaç değiliz.

Uluslararası sermayenin tahakkümünden kopmadan, halkın yararına bir kalkınma projesine girişmek mümkün değil. Yabancı yatırımcılarla çözüleceği iddia edilen sorunlar ise tam tersine ülkemizin bağımsız bir ekonomik temelde halkçı bir kalkınma modeli ihtiyacına işaret ediyor. Çünkü emperyalistler zaten ülkemizdeki nüfuzunu arttırmak ve ucuz emek gücünden faydalanmak ister. Emperyalizmin temelinde yatan ekonomik rasyonalite de zaten sermaye ihracından başka bir şey değildir. Ülkemizde, emperyalistlerin sermayelerini ihraç etmesine, uluslararası şirketlerin yatırımlarına mecbur değiliz.

Yani ülkenin geleceği için iki yöntemden biri seçilmek zorunda; ya yabancı sermayeye kucak açmak, ülkenin ekonomisini kârdan başka bir şey düşünmeyen ve sermayesini biriktirmekten başka amacı olmayan yerli ve yabancı şirketlere, emperyalistlere teslim etmeye devam etmek tercih edilecek. Ya da halkçı bir kalkınma modeli inşa etmek için mücadele büyütülecek. İlkini yapacaksanız uygun ortam sunmak zorunda kalacak, iş gücünü daha da ucuzlaştıracak, çalışma saatlerini arttıracak, emeklilik yaşını yükseltecek, 418 milyar dolara el koyma vaatlerini unutacaksınız. İkincisinde ise kendi kendine yeten bir ülke inşa edecek, 418 milyar dolardan çok daha fazlasını geri alacak, kamu fabrikaları kuracak, çalışma saatlerini düşürecek, işçi sağlığını önceleyecek, yurttaşlarınıza onurlu bir gelecek sunacaksınız.

Bu iki yöntemin kesişen hiçbir maddesi bulunmuyor. Sosyalistler ikinci yola ve bunu örgütleyecek devrimci çıkışlara odaklanıyor. Türkiye’nin emekçi halkının AKP karanlığından kurtulmayı başarması halinde dahi güçlü bir şekilde yerli yerinde duracak olan sömürü düzenine karşı tek gerçek alternatifi şimdiden örgütlüyor.

Notlar:

[1] https://www.invest.gov.tr/tr/whyturkey/sayfalar/fdi-in-turkey.aspx

[2] https://sputniknews.com.tr/20180301/guney-kore-haftalik-calisma-suresi-kisaltildi-1032450883.html

[3] https://tr.euronews.com/2023/03/11/guney-kore-haftalik-calisma-saati-sinirini-52den-69a-cikarmayi-planliyor 

[4] https://web.archive.org/web/20160611111850/https://www.cia.gov/library/publications/the-world-factbook/rankorder/2199rank.html?countryname=Turkey&countrycode=tu&regionCode=mde&rank=41#tu

[5] https://haber.sol.org.tr/yazar/akp-iktidari-ve-oncesi-ekonomik-bir-bilanco-371564

Cem Bülbül
Author