“Gerçeklik, mülkiyetin bir yönüdür. Ele geçirilmelidir. Ve araştırmacı gazetecilik, gerçeği muktedirlerden geri almanın asil sanatıdır.”
Julian Assange
İngiltere yargısı, geçen hafta WikiLeaks kurucusu Julian Assange ile ilgili skandal bir karara imza attı. Assange’ın iadesine ilişkin alt mahkeme kararını yüksek mahkemeye taşıyan ABD hükümeti, temyiz davasını kazandı.
Böylelikle, ABD’nin dünya çapında işlediği savaş suçunu ifşa eden Assange’ın ABD’ye iade edilmesinin önü açıldı.
Assange’ı belki de ölüme götürecek süreç
ABD’nin 18 farklı ‘suçtan’ yargılamak istediği Assange’ın 175 yıla kadar hapis cezası alabileceği belirtiliyor. Bu da, halihazırda ‘İngiltere’nin Guantanamo’su olarak bilinen Belmarsh hapishanesinde fiziksel ve ruhsal açıdan olumsuz koşullar altında bulunan Assange’ın bir anlamda idam cezası alması demek.
Üstelik, ABD’nin Assange’ı öldürmek için kullandığı tek yol ‘bağımsız’ İngiliz yargısı da değil. Daha önce de CIA’in Beyaz Saray’a Assange’ı kaçırıp öldürmeye yönelik planlar sunduğu Batı medyasında gündeme gelmişti.
Bu süreç, ABD başta olmak üzere dünya çapında çok sayıda skandalı ve savaş suçunu delillendirerek emperyalizme güçlü bir tokat atan WikiLeaks’in ‘asla cezasız kalmayacağının’ bir göstergesi.
WikiLeaks belgelerinde ne vardı?
ABD Dışişleri Bakanlığı ve dünya genelindeki ABD büyükelçilikleri arasındaki yazışmalarda oluşan 251.287 gizli belgenin yayınlandığı WikiLeaks ifşaatları arasında, Washington’dan sonra en çok belge ile ABD Ankara büyükelçiliği dikkat çekiyordu.
Yayınlanan belgeler arasında, ABD güçlerinin, Irak ve Afganistan’da çok sayıda sivili ayrım gözetmeden öldürüp bu katliamları gizlemesi ve mahkumlara işkence etmesi gibi insanlık suçları da yer alıyordu:
Afganistan’daki CIA mensuplarının kendilerinden kaçtığını zanneden sağır ve dilsiz bir sivili öldürmesi, Savunma Bakanlığı’na iş yapan şirket çalışanlarının çocuk istismarı, ABD ordusunun Irak’ta Reuters’ın 2 çalışanı dahil 15 sivili öldürmesi (Collateral Murder), Blackwater çetesinin yargısız infazları, Guantanamo’da mahkumlara yapılan işkenceler…
İşte bu yüzden, 7 yıl bir büyükelçilik binasında yaşamak zorunda bırakılan, ardından İngiltere’de hapse atılan, en temel savunma haklarının bile gasp edildiği bir ‘bağımsız yargı’ sürecine mahkum edilen Assange’ı ‘günden güne eriterek’ WikiLeaks’i cezalandırıyorlar.
Üstelik, Assange’ı esarete götüren bu süreç, birden ‘ortaya çıkan’ tecavüz davasıyla başlamıştı. İsveç’in başkenti Stockholm’de ‘iki kadına tecavüz ettiği’ iddia edilen Assange, Ekvador’un Londra büyükelçiliğine bu davalarda yargılanmamak için sığınmıştı.
(Meraklısına not: Yakın tarihimizde ‘iptal kültürünün kötüye kullanımının’ ilk örneklerinden olan bu olayın aslında bir komplo olduğu delilleriyle ortaya çıkarıldı, ancak tek bir yazıya sığmayacağı için konuyla ilgili yayınların incelenmesini öneriyoruz.)
Kulak tırmalayan sessizlik
Yayın faaliyetine başladığı günden itibaren WikiLeaks ile Julian Assange’ın başına gelenler, ABD ve İngiltere’nin hak ihlalleri ve ‘bağımsız İngiliz yargısı’ adı altında oynanan tiyatro şaşırtıcı değil.
Ancak, Assange’ın esir alınıp ölüme gönderildiği bu süreçte, normalde sıkça duyduğumuz ‘insan hakları’, ‘basın özgürlüğü’, ‘bilgi paylaşma hakkı’ gibi kavramlar Assange özelinde yeteri kadar gündeme gelmedi. Hatta, bu kavramları dillerine pelesenk edenlerde kulakları tırmalayan bir sessizlik hakim.
İşte asıl şaşırtıcı olan bu.
‘Batı kamuoyu sindirilmiş ve pasifize edilmiş durumda’
Geçen sene İstanbul’da hayatını kaybeden Rus asıllı ABD’li gazeteci Andre Vltchek, Assange’ın durumuyla ilgili şu tespitte bulunmuştu:
“Assange’ı destekleyin veya desteklemeyin, Batı onun direncini kırmak ve hayatını mahvetmek için elinden geleni yapacak. Corbyn, Livingston ve diğer bazı isimler sert tepki gösterseler de Assange için büyük çaplı bir protesto henüz düzenlenmedi. Batı kamuoyu sindirilmiş ve pasifize edilmiş durumda. Yalnızca kendi çıkarları için savaşıyorlar, özgürlük veya bilgiye erişme hakkı için değil.”
Bunun yanında, ‘gazetecilik’ ve ‘basın özgürlüğü’ gibi kavramların sıkça gündeme geldiği Türkiye’de de Assange’ın durumuyla ilgili genel bir sessizlik hakim.
Peki, bu sessizliğin sebebi ne? Assange’ın ‘gazeteciliği’ mi, politik duruşu mu, yoksa bizzat sessiz kalanların siyasi konumu mu?
WikiLeaks’ten öğrendiklerimiz
Julian Assange’ın ve WikiLeaks faaliyetlerinin ‘gazetecilik’ olup olmadığı çokça tartışıldı. Kimi çevreler, Assange’ın gazeteci olmadığını, WikiLeaks’in bir ‘istihbarat faaliyeti olduğunu’ ve hatta Rus istihbaratına çalıştığını iddia etti. Bu görüş temelde ABD’nin konuyu kendi siyasi çıkarları gereği manipüle etmesinden kaynaklansa da Türkiye’de de bir dönem geniş yer buldu.
Her şeyden önce, kariyerine ‘Mendax’ mahlasıyla bir hacker olarak başladığı bilinen Assange’ın ifşaatlarının yakın tarihin en önemli olaylarından biri olduğunu söylemek gerekiyor. Üstelik, yalnızca ABD’nin savaş suçlarını değil, Türkiye siyasetine dair neredeyse en önemli olayları da yine WikiLeaks’in ifşaatlarından öğrendik.
Ne vardı o ifşaatlarda? Dönemin TBMM Başkanı Bülent Arınç’ın TSK’yı ABD’ye şikayet etmesi ve Türk polisinin ABD’li yetkililere yaptığı ‘Ergenekon’ sunumlarını yanı sıra, Sezgin Tanrıkulu’nun ‘TR705’ koduyla ABD elçiliğinin kaynaklarından biri olduğunu ortaya çıkmıştı.
Ayrıca Selahattin Demirtaş’ın ‘ABD dış politika hedeflerini desteklemek üzere’ eğitim veren ABD Uluslararası Ziyaretçi Liderlik Programı’nın (IVLP) katılımcısı olduğunu, Ergenekon gözaltılarının ABD’lilere önceden haber verildiğini ve saymakla bitmeyecek çok sayıda skandalı WikiLeaks sayesinde öğrenmiştik.
Bu açıdan WikiLeaks, son yıllarda dünya çapındaki en önemli gazetecilik olaylarından biridir ve Assange’ın faaliyetlerinin Türkiye’deki devrimci mücadeleye, şimdilerde yeniden ‘muhalif starlara’ dönüşen İkinci Cumhuriyet’in kalemşörlerinden daha fazla katkı sunduğunun göstergesidir.
Ancak, ortaya çıkan tabloda, ne yazık ki sendikalar da dahil olmak üzere, gazeteciliği, ifade özgürlüğünü, halkın bilgi edinme hakkını ve temel insan haklarını savunduğunu iddia eden kurumların ve bu alanda öne çıkan kişilerin özellikle konuşmaktan kaçındığı birkaç konudan birinin WikiLeaks ve Assange olduğunu açıkça görüyoruz.
Öte yandan bu durum, ‘kimliğinden ve dünya görüşünden bağımsız olarak, her türlü hak ihlalinin karşısında duracağız’ diyerek sözde ‘siyaset üstü’ bir dayanışma tarifinde bulunanların aslında ne kadar politik davrandıklarının bir kanıtıdır.
Sonuçta Assange’ın bir anlamda ölmeye gönderildiği bu sürecin sonunda ne olacağı henüz belli değil. Bunu, dünya çapındaki dayanışmanın gücü belirleyecek.
Assange ve WikiLeaks için birçok dayanışma örgütü bulunsa da, bunların çok daha fazla gelişmeye ihtiyacı var. Bu meselede tarafını seçenler ise şimdiden sessizliğe gömüldü.
Sıra, ifade özgürlüğünü ve insan haklarını gerçekten savunanların çıkaracağı seste.