Psikiyatristin Atiye’ye yardım edememesi ve hatta onu baskı altına alıp zihnini bulandırmasına karşın, bir büyücü olan Zühre’nin “iyileştirdiği” onca insanın seyircinin karşısına çıkması; dizinin mistisizm ile akılcılığı karşı karşıya getiren ve akılcılığın yetersizliğini vurgulayan anlatısını pekiştiriyor.
Aralık 2019’da Netflix’te ilk sezonu yayınlanan ve platformdaki ikinci Türk yapımı dizi olarak izleyicinin karşısına çıkan Atiye, kamuoyunda kısa zamanda oldukça ilgi çekti. Dizi soyut resimler yapan Atiye’nin küçüklüğünden beri çizdiği sembolün aynısına Göbeklitepe’deki arkeolojik çalışmalar esnasında rastlandığını öğrenmesi ile başlayan olayları ele alıyor. Atiye’nin Göbeklitepe’de karşılaştığı ve parçası olduğu olağanüstü olaylar gitgide sahip olduğu mistik güçlerini fark etmesini sağlarken çevresindekiler ona rutin hayatına odaklanması için baskı yapsa da Atiye’nin yolculuğu bu şekilde başlar.
Medyada kendine bir iç yolculuk, genç bir kadının kendini bulma macerası şeklinde sıkça yer bulan Atiye; bu kadar bireysel bir anlatı sunmuyor aslında. Dizinin başından itibaren Atiye kendi hikayesinde ilerleyip çeşitli gizemleri çözerken, bir yandan da büyük resimde yanlış giden bir şeyleri düzeltecek kahraman olarak seyircinin karşısına çıkıyor. Atiye’nin hikayesinin toplumsal olanla kurduğu ilişki ve bu ilişkilenmenin zemini ise bu yazının konusu.
Erhan ile Karşı Karşıya Geliş
Dizinin birinci bölümünde Göbeklitepe’ye giden Atiye, oradaki arkeolojik çalışmanın sorumlusu akademisyen Erhan ile karşılaşır ve buldukları sembolü küçüklüğünden beri çizdiğini, bunun bir anlamı olması gerektiğini söyler. Erhan ise Atiye’ye kolektif bilinç, yakınsak evrim gibi terimlerle bu durumun bilimsel açıklamasını yapmaya çalışır. Erhan açıklamalarına devam ettikçe, Atiye kolektif bilinç ve yakınsak evrim gibi kavramlardan tesadüf anlamını çıkarıp ciddiye alınmadığı kanısına varır. Erhan’ın dediklerine dair hiçbir fikri olmadığını ve tek bildiği şeyin orada olması gerektiği olduğunu söyleyen Atiye, harabeleri hemen görmek ister fakat bu talebine olumlu yanıt alamaz ve görüşme gergin bir şekilde sonlanır.
Dizinin devamında Atiye’yi bu sembol ile arasında olduğuna inandığı ilişkiden ötürü birçok figür, toplumsal kurum ve onların temsilcileri ile karşı karşıya gelirken görürüz. Atiye ile onun güçlerini yadsıyan, onu bastırmaya çalışanlar arasında yaşanan bu karşı karşıya gelişlerin ilki ise bahsedilen sahnede Erhan ile yaşanır. Yani bu sahne dizi boyunca işlenecek karşıtlığın seyirciye sunulduğu ilk uğraktır. Bu sahnede yakınsak evrimi tesadüf demek sanan Atiye, Erhan’ın bilimsel açıklamaları karşısında hiçbir şey bilmediğini kendi de kabul etmesine rağmen sadece hislerine güvenerek kendini savunur. Atiye’nin karşısında kendini savunmaya çalıştığı şey rasyonel yaklaşımdır. Sonrasında ise görülür ki, Atiye ile bahsedilen sembol arasında gerçekten bir ilişki vardır ve aslında haksız olan Erhan ve onun yakınsak evrim, kolektif bilinç ile temellendirdiği açıklamalarıdır. Hatta Atiye o kadar haklıdır ki Erhan da bu sahnedeki pozisyonunu terk edip Atiye’nin “saflarına” katılır. Kısaca bu sahnede Erhan’da simgeleşen akılcı yaklaşım, dizinin devamında haksız çıkarılır.
Dizi boyunca Atiye’nin karşısında yalnızca Erhan değil; öyle olmadığını bildiği halde onu kontrol etmek için akıl ve ruh sağlığının yerinde olmadığına inandırmaya çalışan annesinden, baskıcı ve kıskanç sevgiliye kadar bir dizi karakter belirir. Tüm bu figürler birbirlerinden farklı özellikler sergilese de ortak noktaları Atiye’nin gücünü yadsımaları, onu kısıtlamaya ve bastırmaya çalışmaları, rutini devam ettirme çabalarıdır. Bu karşı karşıya gelişlerin ilkinin bahsedilen sahnede Erhan ile gerçekleşmesi ile Erhan da taraf değiştirene kadar bu tarafın bir parçası olarak sunulur. Dolayısıyla; Erhan’da simgeleşen akılcı yaklaşım yalnızca haksız çıkarılmaz, aynı zamanda yukarıda bahsedilen sorunlu figürler ile aynı tarafta addedilerek itibarsızlaştırılır ve sistemi devam ettirmeye çalışan tutucu anlayış ile ilişkilendirilir.
“Tıbba güvenin Atiye Hanım”
Bu karşı karşıya gelişlerin bir diğeri ise Atiye’nin ailesinin ısrarı ile götürüldüğü psikiyatrist ile görüştüğü sahnede görülür. Üçüncü bölümde karşımıza çıkan bu sahnede Atiye’nin karşısında onu anlamak için çabalamayan, hatta onu ciddiye dahi almayan bir psikiyatrist görülür. Psikiyatrist Atiye’ye sorduğu çok yüzeysel bir-iki sorudan hemen sonra ona şizofreninin artık daha kolay üstesinden gelinebilen bir hastalık olduğundan ve modern tıbbın bu alandaki ilerlemelerinden bahseder. Atiye derdini anlatamadan ona ilaçlar verilir, hatta Atiye hastaneye yatırılır. Bu sahnelerde psikiyatristin Atiye’ye yaklaşımı neredeyse karikatürize denecek kadar anlayışsız yansıtılmıştır. Atiye’ye böylesi anlayışsız ve sorunlu yaklaşan psikiyatristin devamında tüm hareketleri ile çelişircesine “Tıbba güvenin Atiye Hanım” demesi ve ardından gülümsemesi seyirci için ancak ironik anlaşılabilir hale gelmiştir artık. Devamında ise Atiye psikiyatriste güvenmez ve anlaşılır ki haklı olan mistik güçlere sahip Atiye, haksız olan da psikiyatristtir.
Bu noktada sağlık sisteminin serbest piyasaya açılmış bir sektör haline gelmesinden, eğitimin niteliksizliğine kadar bir dizi sebepten ötürü bu alanın mevcut halinin eleştirilecek pek çok yönünün olduğu; bu sahnede de bu durumun bir eleştirisinin yapıldığı söylenebilir. Ancak; birinci bölümde Atiye’nin kendi “doğrularının” Erhan’ın rasyonel yaklaşımı ile karşı karşıya getirilmesi ve rasyonel yaklaşımın haksız çıkarılıp itibarsızlaştırılmasının üstüne gelen bu sahnenin mevcut karşıtlığı derinleştirdiği açık. Kısaca; ilk bölümde seyirciye sunulan mistik olan ile akılcı olan arasındaki karşıtlığın tekrar işlendiği ve akılcı yaklaşımın tekrar haksız çıkarıldığı bir sahne karşımıza çıkıyor. Keza dizinin anlatısının da bu karşıtlık üzerine kurulu olduğu izleyen bölümlerde daha açık şekilde anlaşılıyor.
Örneğin hemen sonraki bölümde Atiye’nin tıpkı kendisi gibi mistik güçlere sahip anneannesi Zühre, Göbeklitepe’de halk tarafından adeta kadim bir bilge gibi karşılanır. Onları iyileştirdiğini ve hayatlarını yoluna koyduğunu söyleyen onlarca insan Zühre’nin ayaklarına kapanır. Psikiyatristin Atiye’ye yardım edememesi ve hatta onu baskı altına alıp zihnini bulandırmasına karşın, bir büyücü olan Zühre’nin “iyileştirdiği” onca insanın seyircinin karşısına çıkması; dizinin mistisizm ile akılcılığı karşı karşıya getiren ve akılcılığın yetersizliğini vurgulayan anlatısını pekiştiriyor. Psikiyatrist tarafından temsil edilen modern tıp gerçeği yakalamakta yetersiz kalmış bir şekilde gösterilirken, büyücü Zühre’de temsil edilen mistisizmin sözde iyileştirici etkisi vurgulanıyor.
Sonuç
Göbeklitepe’ye dair önemli sayıların yeniden doğuşu konu alan Kuran ayetleri ile ilişkilendirilmesi, bu sayıların öldükten sonra dirilen Atiye’nin üvey kardeşi Cansu’nun ölüm tarihi olması ve ilahi bir planın varlığına yapılan vurgular sezon sonuna doğru mistisizm övgülerini daha belirgin hale getiriyor. Göbeklitepe’nin hikayedeki fonksiyonu ise kadim bilgilere açılan bir kapı olarak resmedilse de, kadim bilgiler ile kastedilen Atiye’nin gizli güçleri ve onun etrafında gelişen olaylardan pek farklı bir yere işaret etmiyor. Elbette bir internet platformu dizisinden Göbeklitepe’nin tarihini belgesel gibi işlemesini beklemek abes olacaktır. Fakat; Göbeklitepe ile kurulan ilişkinin geçmişi anlayan ve bugüne dair ufuk açan akılcı bir zeminden ziyade, akılcılık eleştirisi yapan bir mistisizm üzerine oturması Göbeklitepe’nin tarihsel mirasının da içini boşaltıyor.
Mistik ögelerin dizilerde kullanımı Atiye ile sınırlı olmayan oldukça yaygın bir durum. 2018’de yayınlanmaya başlayan Hakan: Muhafız ile geçtiğimiz Mart yayınlanan Freud bu durumun örneklerinden. Hakan: Muhafız Osmanlı esintili bir kahramanlık hikayesi anlatırken; diğer örnekte Freud’un hayatı, kariyeri neredeyse tamamen hipnoza dayalıymış gibi yansıtılıyor. Bu iki dizinin ortak noktası ise hikayelerini mistik ögeler ile iç içe işlemeleri. Hakan: Muhafız geçmişe ait “kadim” bir bilgeliğin uyandırılması konusunda Atiye ile ortaklaşıyor. Atiye’de akılcı ve çağdaş olan açıkça eleştirilirken Hakan: Muhafız’ın anlatısı da benzer bir yere varıyor. Freud’da ise hipnozun fazla abartılı ve çarpık rolünün mistik bir anlatı ile birleştirilmesi hikayeyi Freud’dan uzak bir yere sürüklüyor. Bu durum ise tıpkı Göbeklitepe’nin Atiye’deki kullanımında olduğu gibi, Freud’un içinin boşaltılmasına sebep oluyor.
Kısaca, dizilerdeki mistisizm kullanımı son yıllarda benzer anlatılar sunan bir yükselen trend olarak karşımıza çıkıyor. Bunun sebepleri ise bu yazının sınırlarını aşacak bir konu. Atiye’ye dönecek olursak; mistisizm ile bezeli bir kadim bilgi anlatısını çağdaş ve akılcı olanın karşısına koyan Atiye, temel anlatısı bu çatışma üzerine kurulu olması ile benzerlerine göre daha belirgin bir örnek. Dizi boyunca gerçeği açıklayan ayetler, modern tıptan daha başarılı büyücüler her ne kadar modern yaşayan hayalperest genç bir ressam kadının etrafında belirse de; bu dizinin anlatısının daha modern olmasını sağlamıyor.