Jeremy Corbyn liderliğindeki Britanya İşçi Partisi’nin seçim kampanyasında gönüllü olarak yer alan Jacobin dergisi yazarlarından Duncan Thomas’ın solda hayal kırıklığı yaratan seçim sonuçlarına dair değerlendirmesini Devrim dergisi okurlarıyla paylaşıyoruz.

Tüm dünyada, doğduğum yıl, yani 1988’deki terör olaylarından dolayı meşhur olan İskoçya’nın Lockerbie kentine yakın, küçük bir köyde büyüdüm. Büyük ölçüde harç ücretlerinin olmaması sayesinde (yine de hala 25.000 pound civarında bir öğrenci kredisi borcum var) üniversiteye gitme fırsatım oldu. Bu sayede, büyük bir şehre taşınma, yurt dışında yaşama ve uluslararası bir arkadaş grubu kurabilme fırsatı yakaladım.

Bugün Londra’da yaşıyorum, Birleşik Krallık’ın geniş şehir merkezlerinde bulunan çok etnisiteli, genç ve kırılgan işçi sınıfının bir parçasıyım. Büyük şehirlerde, uzun yıllardır mahrumiyet içinde bulunan bölgelerinin yanı başında, birçoğumuz üniversite mezunları olarak, yüksek borçlar içinde ve hayatımızın geri kalanını bir dizi mülk sahibinden pahalı mülkler kiralayarak geçirmeye mahkumuz. Medyanın büyük bir kısmı tarafından büyük şehirli “orta sınıflar” olarak yanlış anlaşılıyor ve yanlış anlatılıyoruz – ancak bu yanlış anlaşılma bir açıdan anlaşılabilir. Ne de olsa, ekonomik güvence ve iş sahibi olmak üniversiteye giden insanların büyük çoğunluğunun isteği. Rahatça orta sınıf olmanın mümkün olduğu anlatıldı bize. Radikalleşme sürecimizin önemli bir parçası da bunun mümkün olmadığını anlamaya başlamak oldu.

Londra’da yaşadığım için, hiçbir erişimim olmasa da devasa boyutlarda bir servet görüyorum. Finans kapitale adanan cam ve beton anıtlar bana sihirli para ağacının tam olarak nerede olduğunu gösteriyor. Partnerimle birlikte kiraladığımız ev, ayda 1300 pound kirayla, rahat rahat yarım milyonun üzerinden bir “değere” sahip. On yılın önemli bir bölümünde burada yaşadıktan sonra, şehrin bir kısmında sergilenen muazzam bolluk karşısında hala şaşkınlık yaşıyorum ve varlıklı banliyölerin bana yabancı olan konforunu bile bu mesafeden kasvetli buluyorum. Bunun hemen yanı başında ise devasa boyutlarda ve kahredici bir yoksulluk görüyorum ve bu iki uçtan hangisine daha yakın olduğumu biliyorum. Uzunca bir süre işsiz kalırsam kendimi nerede bulacağımı da…

Son yıllarda bu şehirde, aynı zamanda diğer büyük şehir merkezlerinde, sembolik olarak da olsa yanı başındaki iktidarın karşısına çıkan birçok büyük gösteriye de şahit oldum. Geçen sene, 100.000 ila 250.000 kadar insan “Trump’ı Durdur”mak için yürüdü. Neredeyse on yıldır, zaman zaman kemer sıkma politikalarına karşı da büyük gösteriler oldu. 2012, 2016 ve 2018 yıllarında benzer sayılarda insan sokağa çıktı. 2015’te yüz binin üzerinde insan mültecilerle dayanışmak için yürüyüş yaptı. Tabii ki en büyük gösteriler ise ikinci bir referandum yapılmasını talep eden gösteriler oldu. Ben, isteksizce de olsa– tam da geçen hafta olan şeyin olmasından korktuğum için- kalmak yönünde oy kullanmama rağmen bu yürüyüşlere katılmadım.

Sınıf mücadelesini kendisini endüstriyel eylemler üzerinden ifade ettiği ölçüde, grevle geçen günler tarihsel anlamda düşük olsa da, gördüğümüz bütün altüst oluşlar benimki gibi şehir merkezlerinde odaklandı. Geçen sene, eğitim sektöründeki grevler, büyük ölçüde (oldukça güvencesiz olan) üniversite çalışanlarının eylemleri sayesinde, grevle geçen günlerin yüzde altmış altısını oluşturdu. Ben ve tanıdığım birçok başka insan, kendimiz grevin bir parçası olmasak da, dayanışma için grev hattına katıldık. Bazılarının “Corbynizmin tarih öncesi” dediği, Muhafazakâr Parti merkezlerinin işgali ile doruk noktasına ulaşan, 2010’ların militan öğrenci hareketi de çoğunlukla büyük şehirlerde ve üniversite şehirlerinde cereyan etti.

Sınıf öfkesi, daha ham ve yıkıcı ifadesini ise 2011’de polisin Londra’nın kuzeyindeki Tottenham’da Mark Duggan’ı öldürmesini takiben ülkeyi kasıp kavuran ayaklanmalarda buldu. Bu ayaklanmalar da büyük, çok etnisiteli şehir merkezlerinde meydana geldi. Bunlar büyük ölçüde, metropolitan işçi sınıfının benimkine kıyasla daha farklı, çok daha fazla mahrum bırakılmış, büyük ölçüde ırkçılığa maruz kalmış kesiminin öfkesinin dışa vurumuydu. Ama yine de aynı şehirleri ve aynı mahalleleri paylaşıyoruz. Neredeyse – aynı şehirlerde yaşıyoruz.

Bu tür deneyimlerin benim bilincim üzerinde çok önemli etkileri oldu. Radikal bir değişimin çok acil bir ihtiyaç olduğuna inanmama yol açtılar; bana büyük halk yığınlarının da aynı şeyi düşündüğünü gösterdiler ve bu değişimin mümkün olduğuna inanmamı sağlayan bir çeşit kolektif toplumsal gerçeklikle ilişkilenmemi sağladılar. Benim için Corbyn’in İşçi Partisi’nin uğruna mücadele ettiği türden bir değişimi hayal etmek görece kolaydı, her ne kadar bunun yarısını bile başarmak için muazzam bir mücadele gerektiğini bilsem de.

Her şeyden çok da, salim kafayla düşününce, İşçi Partisi’nin kalbi olan sanayi sonrası merkezlerinde aldığı ağır ve tarihsel yenilginin bu ihtimalin – ve bu ihtimali barındıran yaşam dünyasının- ortadan kalkması durumunda ne olduğunu gösterdiğine inanıyorum.

Kopuş

İşçi Partisi’nin siyasi ilkelerinin, en azından tek tek, oldukça popüler olduğunu biliyoruz. Bir YouGov anketi[i] İşçi Partisi’nin yılda 80.000 poundun üzerinde kazananlar için vergi oranlarının yükseltilmesi, demir yolları ve temel hizmetlerin kamulaştırılması, servet vergisi getirilmesi ve işçilere şirket kurullarında temsiliyet hakkı tanınması gibi önerilerinin kamu tarafından geniş biçimde, bazen de ezici biçimde, desteklendiğini gösteriyor. Önemli ölçüde, sonuçlara bakacak olursak, seçimden hemen sonra yayınlanan Lord Ashcroft anketi, yüzde 55 ile, insanların oylarını etkileyen en önemli etkenin Ulusal Sağlık Hizmeti1İngiltere’nin tamamen ücretsiz olan, işçi sınıfı mücadelesi sonucunda İşçi Partisi’nin Muhafazakarların karşı oylarına rağmen parlementodan geçirdiği evrensel sağlık sisteminin adı. İngilizce baş harflerinden oluşan NHS (National Health Service) ismiyle biliniyor. Seçim sürecinde Corbyn ve ekibi Brexit’in herhangi bir anlaşma sağlanmadan Johnson tarafından gerçekleştirilmesi durumunda NHS’in özelleştirileceğine ve Amerikalı ilaç şirketlerinin İngiltere sağlık sisteminden pay alması için Trump’la anlaşma yapıldığına dair belgeler yayımlamıştı. olduğu gösterdi. Bunun yanında “Brexit’i Halletmek” sadece katılımcıların yüzde otuz altısı tarafından en önemli sebep olarak belirtildi. Barınma krizinin çözülmesi için acil eyleme geçmek gerektiği ve bunun piyasa tarafından çözülemeyeceği herkes için çok açık. Saatlik 10 pound asgari ücret ise milyonlarca insanın hayatında doğrudan büyük bir iyileşme sağlar.

O zaman İşçi Partisi neden seçimleri açık ara farkla kaybetti? Açık ki, bu sorunun cevabı çok boyutlu ve karmaşık. Brexit üzerinden yaşanan büyük kutuplaşmadan medyanın Corbyn’e karşı aralıksız sürdürdüğü savaşa, Corbyn’in bir lider olarak sahip olduğu gerçek kusurlara, Muhafazakâr Parti’nin neredeyse tamamen yanlış bilgiye dayanan bir kampanyayla seçimlere hazırlanmasına ve buna izin verilmesine kadar birçok sebep sıralanabilir. Bütün bu sebepler gerçek ve önemli. Ancak, bence, bu sebepleri daha da önemli hale getiren, on yıllardır devam oluşmakta olan başka ve daha derin bir sebep var. Kapı önlerinde konuştuğum insanlar bana katıldığında, onları kazandığıma inandığımda bile, İşçi Partisi’nin kaybettiği marjinal kesimlerde insanlar tek kelimeyle bizi inandırıcı bulmadı.

Tamamen maliyetlendirilmiş bir manifesto ürettiğinizde kazandığınız ya da Mali Çalışmalar Enstitüsü’nden olumsuz bir değerlendirme [ii] aldığınızda kaybettiğiniz türden bir inandırıcılıktan söz etmiyorum. Yalnızca insanların günlük hayatında olumlu bir güç olduğunuzu gösteren uzun süreli ve gündelik çabalar sonucunda kazanılabilecek türden bir inandırıcılıktan söz ediyorum. Açıkça ifade edersek, hiç tanışmadığınız, hiç gitmediğiniz bir kasabada yaşayan birini İşçi Partisi’nin servet ve iktidar üzerinde asli ve geri döndürülemez bir değişim sağlayabileceğine ikna etmeniz, yerel parti örgütü çoğunlukla çöp toplamayı bile doğru düzgün organize edemiyorsa zordur. Bu koşullar altında insanların bizden şüphe etmesi anlaşılabilir.

Söylediklerim çok üstün körü görünebilir. Ama İşçi Partisi’nin eskiden kalbi olan yerlerde inandırıcılığımızı kaybetmemiz, sınıfın günümüz Britanya’sında – özellikle İngiltere’de – yaşadığı kopuşa işaret ediyor. Sanayi sonrası seçim bölgelerinde İşçi Partisi’nin “emek dünyasında” bir zamanlar kesin bir biçimde sahip olduğu desteğin çökmesi bu dünyadaki yıkımın son perdesidir. Basitçe madenlerin, çelik ve diğer sanayi kollarının kapanmasından söz etmiyorum, daha geniş anlamda bir zamanlar bu sanayi kollarının yanı başında gelişen toplumsal ve kültürel gerçekliklerin yitip gitmesinden söz ediyorum.

Sendikalaşma oranları ve bununla beraber sendikal militanlık da çok iyi bilindiği gibi çöktü. Ama bununla birlikte bir dizi kurum da ortadan kalktı: sosyalist Pazar okulları, spor ve müzik kulüpleri, İşçi dernekleri, işçi birlikleri ve yardım kuruluşları. Bunlar emek hareketinin yüzyıl boyunca sermayenin yabancılaştırıcı ve parçalayıcı etkilerine karşı geliştirdiği kaynaklardı; hepsi bir arada düşünüldüğünde günlük yaşantının her bölmesinin şu an acı verici bir biçimde yok olan bir şey – işçi sınıfı gururu ve ortak bilinç – tarafından şekillendiriyorlardı.

Bu yok oluşun pratik anlamda herhangi bir sosyalist hareket için teşkil ettiği sorunların uzun süredir farkındaydık. Daha az anlaşılan ise, belki de, bilincimiz ve insanların neyin mümkün olduğuna inandığı üzerinde sahip olduğu güçsüzleştirici etkiydi. 12 Aralık’a kadar İşçi Partisi’nin Kızıl Duvarı olarak bilinen bölgelerdeki insanlar için bir zamanlar fazlasıyla bariz görünen kamulaştırma ve vergilendirme üzerinden alınan pozisyonlar şu an kelimenin gerçek anlamıyla inanılmaz bulunuyor.

Yeniden İnşa

Bu yazıyı açarken sunduğum otobiyografik taslak günümüz işçi sınıfının benim de içinde bulunduğum bölümünün deneyimlerinin, bir zamanlar kitlesel ve toplumla derin ilişkileri olan işçi hareketinin sağladığı şeylerin yerine nasıl geçtiğine işaret ediyor. Bizim için bile bu, umutsuz derecede yetersiz bir ikame, ama yine de bu ikame siyasi imkanlara dair kavrayışımızı önemli derecede genişletiyor. Buna benzer birşey ne Mansfield’da ne Bolsover’da, Blyth Valley ya da Crewe’da ortaya çıktı. Buralarda halkın açıkça gördüğü ve yeniden el koymayı hayal edebileceği büyük bir servet birikimi yok. Bir zamanlar sanayi ve imalata dayanan yerel burjuvazi ve onunla birlikte sınıf mücadelesinin maddi hedefi ortadan kalktı. Elbette buralarda devasa uluslararası sermayenin süpermarketleri ve depoları var. Ancak bunlar uzak ve muhtemelen fazlasıyla güçlü düşmanlar. Yerel olarak hissedarları tarafından değil çoğunlukla kendisi de zar zor alt orta sınıf mertebesine yükselebilen bir yönetici tabaka tarafından işletiliyorlar. Bunların işletilme biçimi yalnızca maksimum artı değer üretmek üzerine değil, aynı zamanda işçiler üzerinde tarifsiz bir güçsüzlük hissi yaratacak şekilde tasarlanmış durumda.

Eğer bu seçimden sonra ikna olduğum birşey varsa, o da bu bölgelerde bir zamanlar var olan bir şeylerin mümkün olduğu duygusunun basitçe iyi fikirlere sahip olmakla ve bu fikirleri savunmakla geri kazanılamayacağıdır. Bu duygu, yalnızca yavaşça ve özenle, en önemlisi de pratikte, yeniden inşa edilebilir. 2017’de, manifestonun yeniliği ve nesillerdir ilk defa işçi sınıfına dürüstçe sunulan bir öneri, neredeyse bu gelişim evresine sıçramayı ve tepeden bir yeniden inşa sürecine geçişi başarıyordu. 2019’da, medyanın iki yıllık bitmek bilmez yıpratma çabaları ve Brexit üzerinden yaşanan felaket bir kutuplaşmadan sonra, bu mümkün olmadı. Eğer bizi ileri götürme olasılığı olan bir yol tarif etmem gerekseydi; halk toplantıları düzenleyen, aşevleri işleten, yerel barınma hakkı kampanyaları ile birlikte çalışmalar yapan ve sayısız biçimde İşçi Partisi’nin temel amacının, iktidarda ya da değil, insanların hayatında olumlu bir güç olmak olduğunu göstermeye çalışan İşçi Partisi’nin Toplumsal Örgütlenme Birimi’nin çalışmalarına[iii] işaret ederdim.

Bu tür bir çalışma zaman, insan ve kaynak gerektiriyor. Muhtemelen seçim döngülerinden daha uzun zamanlar alacak. Belki de İşçi Partisi’nin bir süre için iktidar dışında kalacağını kabul etmemizi gerektirecek. Ama benim görebildiğim kadarıyla lime lime olan güveni tekrar kazanmamız, siyasetimizin yeniden inandırıcı görünmesini sağlamamız ve bugün işçi sınıfının iki büyük kesimi arasında ortaya çıkan feci ayrışmayı onarmaya başlamamızın tek yolu bu. Bir süre için, Johnson’a karşı muhalefet muhtemelen şehir merkezlerinde ortaya çıkacak.

Stratejiyi Aramak

Çıplak yalanları utanmazca kullanan sağcı, ırkçı milliyetçi bir partiye karşı kahredici bir yenilgi aldığımız gerçeği ile baş etmek zorundayız. Bu yalanlar o kadar utanmazcaydı ki, onların bizi inandırmak için değil, şu an bütün siyasi alana yayılmış ve bize muhtemelen daha fazla zarar vermiş köklü bir güvensizlik ve inançsızlık üretmek için kullanıldıkları şüphesiyle baş etmek zorundayız. Sağın, her ne kadar tamamen ideoloji ve psikolojik manipülasyon alanlarında işlese de, bunu hızlıca ve feci boyutta çözülen toplumsal yapı üzerinde inanılmaz etkiler yaratarak yaptığı gerçeği ile baş etmek zorundayız.

Bunun, Corbyn’e karşı yürütülen çeşitli sinik karalamaların ötesinde, bu kadar şiddetten ve erillikten uzak, kendisini üstünlüğe dayalı bir ahlaktan uzak tutmayı başarmış birinin düşüncesinden bile tiksinti duyan İngiliz kültüründe derin kökleri olan bir şey olabileceği anlamına geldiğini hesaba katmak zorundayız. Dünyanın en büyük altıncı ekonomisinin iklim değişikliğini tek kelimeyle ciddiye almamaya karar vermesinin sonuçlarını idrak etmek zorundayız.

Jeremy Corbyn neredeyse deus ex machina2Vikipedi: “Deus ex machina (deī ex māchinīs, çoğulu deus ex māchinā ) (okunuşu: deus eks makina); bir kurgu veya dramada beklenmedik, yapay veya imkânsız bir karakter, alet veya olayın senaryo akışı içinde beklenmedik bir yerde aniden ortaya çıkması, örneğin anlatıcının bir anda uyanıp her şeyin rüya olduğunu anlaması veya aniden ortaya çıkan bir meleğin sorunları çözmesi için kullanılan Latince kalıp.”gibi birşeydi. Tarihsel koşullardan dolayı, ne kendisinin ne de bizim sahip olabileceğini düşündüğümüz bir pozisyona geldi. Bu pozisyon her zaman muazzam zayıflıklar barındırıyordu. Neredeyse insan üstü bir vakar ve cesaretle, akıl almaz ve sürekli saldırılar altında sahip olduğu bir pozisyondu bu. İşçi sınıfına hayatımda gördüğüm herhangi bir siyasi programdan çok daha fazla şey vaat eden dönüştürücü bir programda ısrar etti. Önüne muazzam görevler koydu. Ve neredeyse bütün olanaksızlıklara rağmen başarılı oluyordu.

Ezici seçim yenilgisine rağmen, onun liderliği, belki de hegemonik olabilecek Tory ve kemer sıkma politikaları karşıtı bir gençlik kültürünün inşa edilmesinde – İşçi Partisi 35 yaş altı tüm yaş gruplarında kesin çoğunluk sağladı ve 45 yaş altında en büyük oy payına sahip oldu[iv] – hayati bir rol oynadı. Tamamen ortaya çıkması on yıl alsa da, gelecekteki herhangi bir sol güç, Corbyn liderliğine çok şey borçlu olacak.

Muhafazakâr Parti iktidarının muhtemelen sarsıcı sosyal etkileri olacak. 1981 ve 2011’dekilere benzer kentsel ayaklanmaların ortaya çıkma ihtimali çok yüksek. Yakın zaman önce geleneksel muhafazakarlığın ve Tory Partisi’nin derin krizine dair yazdım[v] ve analizlerimin büyük bir kısmının arkasındayım. Beni şaşırtan, bu kadar hızlı ve başarılı bir biçimde niteliksel olarak yeni bir şeye dönüşmeyi, etiketleri tamamen bir kenara bırakmayı ve liberal demokrasinin kurumlarıyla kavgaya tutuşarak küresel ölçekteki otoriter, ırkçı sağa kayışa katılmayı başarmaları oldu. Korkum, Muhafazakarların birden bire istikrarlı ve uzun erimli bir hegemonik blok kurma becerisine sahip stratejik dâhiler çıkmaları değil. Korkum, aldığımız yenilginin ve yeniden inşanın boyutu düşünüldüğünde, böyle bir blok kurmaya bile ihtiyaç duymak zorunda olmayabilecekleri.

Sahip olduğumuz her şeyimizi bu kampanyaya verdik ve bunu yapmakta da haklıydık. Ama bu yeterli değildi ve neden yeterli olmadığını anlamamız gerekiyor. Merkezciliğe dönmek bir strateji değil (Kimse Bağımsız Grup: Birleşik Krallığı Değiştir ya da Tony Blair’in kayıp beş milyon oyunu – tam da maviye dönen yerlerde3 Mavi Muhafazakar Parti’yi temsil ediyor. – hatırlıyor mu?) Siyasetlerini paylaştığım aşırı soldaki birçok insanın “sokağa” dönme çağrısı strateji değil. Corbyn’ın yaklaşımının kör bir devamı da strateji değil. Bir strateji bulmak, yıkıntının içinde ciddi ve sancılı bir inceleme yapmayı gerektiriyor.

Çeviri: Zozan Baran

* Yazının orijinali, “Sifting Through The Ruins” başlığıyla 15 Aralık 2019 tarihinde jacobinmag.com’da yayımlanmıştır. Yazıdaki dipnotların tamamı, Türkiyeli okurun yazıyı daha kolay takip edebilmesi için ve çevirmen tarafından eklenmiştir. Son notlar ise yazının orijinal haline aittir. Tercüme Odası sayfasında yayımlanan içerikler, Devrim dergisinin yayın politikasıyla uyumlu olmak zorunda değildir.

Notlar:

[1] İngiltere’nin tamamen ücretsiz olan, işçi sınıfı mücadelesi sonucunda İşçi Partisi’nin Muhafazakarların karşı oylarına rağmen parlementodan geçirdiği evrensel sağlık sisteminin adı. İngilizce baş harflerinden oluşan NHS (National Health Service) ismiyle biliniyor. Seçim sürecinde Corbyn ve ekibi Brexit’in herhangi bir anlaşma sağlanmadan Johnson tarafından gerçekleştirilmesi durumunda NHS’in özelleştirileceğine ve Amerikalı ilaç şirketlerinin İngiltere sağlık sisteminden pay alması için Trump’la anlaşma yapıldığına dair belgeler yayımlamıştı.

[2] Vikipedi: “Deus ex machina (deī ex māchinīs, çoğulu deus ex māchinā ) (okunuşu: deus eks makina); bir kurgu veya dramada beklenmedik, yapay veya imkânsız bir karakter, alet veya olayın senaryo akışı içinde beklenmedik bir yerde aniden ortaya çıkması, örneğin anlatıcının bir anda uyanıp her şeyin rüya olduğunu anlaması veya aniden ortaya çıkan bir meleğin sorunları çözmesi için kullanılan Latince kalıp.”

[3] Mavi Muhafazakar Parti’yi temsil ediyor.

i. Kaynak: https://yougov.co.uk/topics/politics/articles-reports/2019/11/12/labour-economic-policies-are-popular-so-why-arent-

ii. Kaynak: https://www.ifs.org.uk/election/2019/article/labour-manifesto-an-initial-reaction-from-ifs-researchers

iii. Kaynak: https://prospect.org/world/labour-secret-weapon-uk/

iv. Kaynak: https://lordashcroftpolls.com/2019/12/how-britain-voted-and-why-my-2019-general-election-post-vote-poll/

v. Kaynak: https://www.versobooks.com/blogs/4499-the-long-conservative-decline

Döviz ile destek olmak için Patreon üzerinden bağış yapabilirsiniz.
Türk Lirasıyla destek olmak için Kreosus üzerinden bağış yapabilirsiniz.
Devrim dergisini dijital ya da basılı olarak edinmek, abone olmak için Shopier’daki mağazamıza göz atabilirsiniz.
Duncan Thomas
Author