Corbyn’in 4 yıllık başkanlığı ilerisi için anlamlı ve referans alınabilecek bir miras anlamına gelmektedir ve en geniş anlamıyla bizim tarihimizin bir parçasını oluşturmaktadır.
2017 seçimlerindeki Britanya İşçi Partisi yükselişi, emperyalist-kapitalist sistemin içerisinde bulunduğu ideolojik-politik çerçeve üretememe sorununun boyutlarını ortaya koyuyordu. Bu sorunun doğal sonucu, iç politikada kendisini yerleşik düzenin dışında konumlandıran/gösteren siyasi aktörlerin öne çıkması olmuştu.
2019 seçimlerinde aynı partinin aldığı ağır sayılabilecek yenilginin bu tespitimizin aksine işaret eden bir veri oluşturduğunu düşünmüyoruz. Bahsettiğimiz kriz ve bu krizin merkez-kaç eğilimleri güçlendirme eğilimi varlığını sürdürüyor. Siyasal alanın solunda ve sağında durum benzer. Britanya İşçi Partisi’ni sınıfsal politikaları öne çıkartan ve ilerici bir çizgiye oturtan Jeremy Corbyn de Muhafazakar Parti’nin göçmen karşıtı politikaları öne çıkartan lideri Boris Johnson da benzer bir sürecin ürünü. Benzer bir biçimde, içerisinde yaşadığımız dönem hem ilerici halk hareketlerinin hem de dinci ve milliyetçi gericiliklerin en saldırgan formlarının dünya üzerinde aynı anda öne çıktığı bir karaktere sahip.
Tam da bundan dolayı içerisinde yaşadığımız çağ büyük toplumsal dönüşümlere gebe. Nasıl ki Charles Dickens’ın “hem umut baharıydı hem umutsuzluk kışıydı” diye tanımladığı dönem insanlık tarihinde büyük bir ilerlemenin kapısını araladıysa, günümüzün kekre havası da kötü günlerin sonunu getirebilir.
Aynı şekilde bu dönem bir karşı devrimci güçlerin ellerinde sistemin kendisini tekrar tahkim etmesi ile de sonuçlanabilir.
Peki, Büyük Britanya’da ikincisi mi oluyor? Bize kalırsa bu noktanın uzağındayız. Çünkü yükselmekte olan sağ da yaşanan krizi karara bağlayıcı bir hegemonya üretme potansiyeline sahip değil. Açıkçası bu potansiyelin yokluğu, mevcut ideolojik-politik açmazın doğal bir uzantısı. Büyük Britanya’da Boris Johnson’da simgeleşen ama dünya genelinde Trump, Bolsanaro, Pinera, Calvini, Orban ve Erdoğan gibi isimleri de dahil edebileceğimiz sağ aktörlerin ortak noktası toplumu bütünleştirerek değil bölerek yönetmeleri, bu anlamda düzenin sahip olduğu ve kendilerini ortaya çıkaran kırılganlıkları ortadan kaldırmak bir yana onları derinleştirerek iktidarlarını devam ettirmeleri. Ancak bunun sürdürülebilir bir formül olduğunu ve emperyalist-kapitalist sistemin yaşadığı sıkışmayı en azından belirli bir tarihsel moment için de olsa çözecek bir yanıt olduğunu söyleyemeyiz.
Peki solun içerisinde bulunduğumuz dönemde dünyada gerçek anlamda bir başarı elde edememesinin nedeni ne? Bu soruya Büyük Britanya ölçeğinden yola çıkarak diğer ülkelere de uzatılabilecek bir yanıt vermek mümkün.
Yanıtımızı anlatmaya yerel ölçekten başlayalım: Bize kalırsa Büyük Britanya’daki mevcut durumu yaratan Jeremy Corbyn önderliğinin işçi sınıfının kentli/beyaz yakalı/genç kesimi ile özellikle kuzeydeki eski sanayi bölgelerinde yoğunlaşan mavi yakalı/işsizlik tehdidi altındaki/işsizleşmiş kesimi arasındaki farklılaşan talep ve beklentileri tek bir sınıfsal aidiyet oluşturacak şekilde buluşturmayı başaramamış olması. Bu başarısızlığın somutlandığı ana başlık ise bahsettiğimiz iki kesimin Brexit karşısında farklılaşan talep, beklenti ve kısa vadeli çıkarlarının partide yarattığı ikircikli tutum. Brexit tartışmasında “seçim döneminde şu yapılsaydı farklı olabilirdi” temelinden hareket eden ve sınıfın bir kesiminin karşısında diğerine dayanılması esasına yaslanan analizleri gerçekçi bulmadığımızı baştan söyleyelim. Bize kalırsa sorunun çözümü bundan daha zordu ve zor olmaya da devam ediyor.
Corbyn gibi partinin solunda duran bir figürün liderliğe geldiği dönem aynı zamanda İşçi Partisi’nin sınıf içerisindeki örgütlenmelerinin ve sendikal hareketin zayıfladığı bir sürecin ürünüydü. Açmaya çalışırsak… Corbyn, geniş emekçi kesimleri daha da yoksul ve güvencesiz hale getiren neoliberalizmin krizinin ortaya çıkardığı tepkilerin bir ürünü olarak ortaya çıktı. Ancak aynı neoliberal politikalar Thatcher’dan başlayan dönemde Partisi’nin sınıfsal kimliğinin önemli bir dayanak noktasını oluşturan sendikal hareketi etkisizleştirirken Blair eliyle ise İşçi Partisi’nin sınıf mücadelesine yaslanan kimliğini silikleştirmiştir. Lider figürü olarak Corbyn’in partinin ve onun dayandığı/dayanmasını bekleyeceğimiz toplumsal hareketin çok çok üzerinde bir etkiye sahip olması da bu örgütlenmelerin zayıflığının bir ürünüydü.
Corbyn’in bu durumun farkında olmadığını veya bu sorunu çözmek adına adım atmadığını söylemek ise haksızlık olur. Özellikle işçi sınıfının kentli/beyaz yakalı/genç kesimi içerisinde etkinlik kurabilen Momentum tarzı taban örgütlenmesi biçimleri Corbyn döneminin ileriye de bir birikim devredeceğini düşündüğümüz önemli kazanımları arasında yer alıyor.
Ancak sergilenen çabaya karşın bahsedilen toplumsal örgütlenmelerin zayıflığı iki alanda önemli sonuçlar doğurdu. Bunlardan ilki, partinin toplumsal örgütlenme alanındaki zayıflığının bir uzantısı olan kitlelerle kurulan bağların zayıflığının seçim döneminde bir inandırıcılık sorunu yaratmasıydı. İkincisi ise yukarıda bahsettiğimiz sınıfın farklı kesimlerinin farklılaşabilen kısa vadeli çıkar, talep ve beklentilerinin orta/uzun vadeli sınıfsal çıkarların belirleniminde buluşturulmasının temel yollarından birinin toplumsal düzlemde etki kuracak sınıfsal örgütlenmelerin mücadelesinin ve kültürünün yaratacağı ortaklık olmasıydı.
Yazının buraya kadarki kısmını özetleyecek olursak… Büyük Britanya’da Corbyn’de cisimleşen ancak dünyanın farklı ülkelerinde de örnekleri olan sol yükseliş neoliberalizmin krizi sonrasında emperyalist-kapitalist sistemin içerisine girdiği ideolojik-politik çerçeve sunamama sorununun bir ürünü olarak ortaya çıktı. Ancak sistemin krizi işçi sınıfının aynı düzlemlerde güçlü olduğu anlamına gelmiyor. Tam aksine neoliberal dönemi karakterize eden ana unsurlardan biri işçi sınıfının hem ekonomik mücadele anlamında zayıflatılması hem de ideolojik-politik düzlemlerde etkisizleştirilmesiydi. Bu dağınıklığı ve etkisizliği görmezden gelen bir bakış açısı ile bugünkü krizden işçi sınıfının lehine anlamlı siyasal sonuçlar çıkarmak ise imkansız.
Siyasette etkili olmak isteyen bir aktörün göz önünde bulundurması gereken iki ana düzlemden bahsedebiliriz. Bunlardan ilki verili güç dengelerini en verimli şekilde kullanarak kendi etkisini azamiye çıkarmak, ikincisi ise verili güç dengelerini değiştirmeye yönelik politikalarıyla mevcut dengeyi kendisinin en etkili olabileceği hale getirmek.
Sistemin krizinin yarattığı siyasal olanaklara hemen yanıt üretme arayışı bazen ikinci düzlemin unutulmasına yol açabiliyor. Özellikle işçi sınıfının mevcut örgütsel, siyasi, ideolojik durumu göz önünde bulundurulduğunda ikinci düzleme yatırım yapılmamasının yenilgiyi mutlaklaştıracağı açık.
Hem Büyük Britanya için hem de diğer ülkelerde ikinci düzlemin işaret ettiği görev bize kalırsa açık. Emekçi kesimler içerisinde dağınık ve parçalı bir karakter taşıyan ve bazıları birbiriyle çelişen talep ve beklentileri işçi sınıfının tarihsel çıkarları ekseninde bir araya getirmek. Tek tek ülkeler ölçeğinde, tepkili emekçi kesimlerin karmaşasının oluşturduğu verimli nüveden bir siyasal sınıf yaratmak, bu sınıfın kültürel, örgütsel ve ideolojik düzlemlerde bir bütünlük ifade etmesini sağlamak.
Corbyn’in 4 yıllık başkanlığı yukarıda saydığımız sorunları çözecek bir ufuk üretmekte başarısız kalmıştır. Buna karşın Büyük Britanya’daki sol siyaseti bu sorunları tanımlayabilir ve tartışabilir hale getirebilecek bir pozitif etki sağlamıştır. Bu anlamıyla ilerisi için anlamlı ve referans alınabilecek bir miras anlamına gelmektedir ve en geniş anlamıyla bizim tarihimizin bir parçasını oluşturmaktadır.
Yazıyı Türkiye solundaki değerlendirmelere yönelik bir notla bitirmek istiyoruz. Yukarıda bahsettiğimiz stratejik bakış açısına sahip olmayan ve bu yöne gereken adımları atmayan bir solun “Corbyn şurada yanlış yaptı, şunu dese başarısız olmazdı” demesi kahve muhabbetinden öte bir anlam taşımayacaktır. Çünkü içerisinde bulunduğumuz çağın sol yükselişi ne mevcut güç dengesini veri alarak yapılan ve bir siyasi stratejinin içerisine yerleşmeyen küçük siyasal cinliklerin ne de mevcut tarihselliğin ortaya çıkardığı olanaklarla bağ kurmayan apolitik bir sosyalist politik doğruculuğun ürünü olabilir. Devrimcilerin işi Britanya İşçi Partisi’ndeki Corbyn liderliğinde yakaladığı çıkış ve yenilgiden gerekli dersleri çıkararak işçi sınıfının bu krizin kazananı olmasını sağlamaktır.