“Uzun yolculuklarda kendimizi telefonumuza vermeye yahut uyumaya meyilliyiz, oysa gün batımından şafağa kadar tüm benliğimizi bir demir kafese ve onu yöneten birkaç kişiye teslim ediyoruz. Yolculuğun yorgunluğu bol olur genelde, ancak bizim uyuma lüksümüze onlar sahip değil. Bu fikirler eşliğinde adlarını dahi bilmediğimiz yolculuk arkadaşlarımızın hikayelerini anlatayım dedim.”
Devrim’in Ağustos sayısında Yigilante Kocagöz ve Deniz Ozan Coşkun ile çizgi roman üzerine konuştuk. Karadut Ekspres adlı yeni çizgi romanları yakın zamanda yayımlanacak Kocagöz ve Coşkun’u kutluyor, çizgi romanın gerek Türkiye ve dünyadaki seyri gerekse diğer sanat dallarıyla ilişkisine dair birçok konuya değinilen bu zengin röportaj için kendilerine teşekkür ediyoruz.
Merhaba. Öncelikle röportaj isteğimizi kırmadığınız için teşekkür ederiz. Türkiye’de çizgi romancılık ve çizgi romanın politik yönü üzerine sizinle konuşmak istedik. Çizgi romanın tarihsel gelişimine baktığımızda birçok uğrakta toplumsal olaylar ile yakından ilişkilendiğini görüyoruz. Soğuk Savaş döneminde süper kahraman anlatısının tekrar yükselmesi ya da toplumsal direniş uğraklarında çizgi roman ile verilen tepkiler bunun örnekleri. Çizgi romanın toplumsal olaylarla iç içe gelişmesinde ne gibi faktörlerin etkili olduğu söylenebilir? Popüler kültür alanının geri kalanını da etkileyen faktörler dışında çizgi romana özgü belirleyenlerden bahsedebilir miyiz?
Yigilante Kocagöz (YK): Selamlar. Sanırım toplumsal olaylarla yakın ilişkinin temelinde çizgi romanın erişilebilirliği bulunmakta. Bugün gelir seviyesi görece yüksek, farklı sanat kollarından beslenen okurlara hitap etmesine rağmen geçmişte çizgi roman okuru daha farklı bir demografiye mensuptu. Mesela Dünya Savaşları zamanlarında çizgi roman fasikülleri, çocukların harçlıklarını biriktirerek gazete bayilerinden aldıkları eserlerdi. Hatta çocuklar için çoğu çizgi kahramanla ilk tanışma fasiküllerden önce gazetelerin karikatür/çizgi roman sayfalarında gerçekleşiyordu. Mesela Amerikan çizgi romanının en köklü isimlerinden olup adına ödüller verilen Will Eisner’in gençlik yılları hep gazetelere çizim yapmakla geçmiştir. Haliyle gazete ve gazete bayii ile bolca temasa sahip bir şekilde doğumu gerçekleşti çizgi romanın. Bu da hem günceli takibi zorunlu kıldı, hem de okurları sınıfsal olarak çeşitlendirdi. Çizgi roman daha çok işçi ve memur evlerine giriyor, çoğu insanın gençliğindeki ilk görsel heyecan oluyordu.
Bizde bile bu geleneğin yakın zamana kadar sürdüğünü görmek mümkün. Benim çocukluğumda dahi pek çok kalifiye çizgi eser gazeteler aracılığıyla evlere girerdi. Gerçi bu durumda eserlerin telif hakkının ihlali yoğundu; ancak bu durumda çizgi romanın “telifi önemsenecek kadar sanat eseri” sayılmaması yatmaktaydı. Her ne olduysa 2000’lerde bir kırılma yaşandı ve çizgi roman eserlerinin gazeteler ve bayilerle bağı zayıfladı. Bu bağın kopuşu eserleri kitapçılara yönlendirip onlara statü kazandırdı kazandırmasına, ancak güncelle kurulan ilişkinin biçimi değişti. Artık genç insanlar çizgi romanları sinematik yansımalardan tanıyorlar. Bu da ana akım sinema ve televizyon hangi politik çizgiye yakınsa sonrasında üretilen eserlerin de o çizgide dolaşmasına sebep oluyor. Eskiden basın-yayın ile ilişkili çizgi romanda da vardı tabii ancak görsel sektörlerin kullandıkları sermaye o kadar büyüdü ki etki alanı kısa zamanda çok arttı.
Deniz Ozan Coşkun (DOC): Merhaba, röportaj için biz teşekkür ederiz. Çizgi romanın toplumun içinden geçtiği süreçlerle yakından ilgilenmesi, günceli takip etmesi ve verdiği tepkileri diğer anlatım araçlarının toplumun yaşadıklarıyla bağlantısından belki ayrı düşünemeyiz. Ama birçoğuna göre çizgi roman müthiş bir emek gerektirse de, görece daha az kişinin çalışmasıyla kotarılabilen ve bütçe olarak kapitalist tekellere ihtiyaç duymayabilecek bir anlatım aracı. Böylece egemenlerin düşünceleriyle uyuşmayacak sözler de söyleyebilen bir mecra. Breccialar ve Oesterheld’ in birlikte yaptığı Che çizgi romanı belki buna bir örnek olabilir. Kitap Ernesto Che Guevara’ nın ölümünden sanırım bir yıl sonra yayımlanıyor. Arjantin’ in askeri diktatörlükler içinde çalkalandığı, insanların kaybedildiği bir dönemde (daha sonra Oestersheld de kaybedilenlere katılıyor) aksiyon alınıp hızlıca başlanılan bir iş. Yiğit’ in de içinde olduğu Diren Gezi de benzer bir proje.
Ben çizgi romanı, beyinde başka bölgelere dokunuşlar yapsalar da sinema ile de benzeştiriyorum. Aynı projelerin sinema, ya da dizi olduğunu düşünün, setler, set içlileri, oyuncular, makyözler, ulaşım giderleri, barınma giderleri… Çizgi roman da ise işin aslında çok önemli bir kısmı olan baskı ve baskı emekçilerini saymazsak, iki, üç kişi size güzel bir hikayeyi görselliği ve edebiyatı birleştirerek anlatabiliyor. Bu özellikleriyle olaylara hızla tepki verebiliyor diyebiliriz. Verdiğim bu örneklerden çizgi romanın basit bir iş olduğu anlamı çıkmasın diye bir kez daha altını çizmek isterim: çizgi roman müthiş bir emek ve özveriyle yapılan, çok yorucu bir iş. Kişi başına düşen emek, yük anlamında da tüm anlatım araçlarını geride bırakır belki ama kişi sayısı anlamında avantajları var.
Türkiye’de Gezi Direnişi öncesinde mizah dergilerinin özellikle genç kuşağın siyasi gelişiminde önemli payı vardı. Benzer şekilde Demokrat Parti döneminde de muhalif mizah dergilerinin yaygınlaştığı, hatta hükümetin bunun karşısında hükümet yanlısı dergilere kaynak aktardığı biliniyor. Siyasi iktidarın kendiliğinden ortaya çıkan muhalif örneklerin karşısında yandaş karikatür dergilerini öne çıkarma çabaları hakkında ne söylenebilir? Sizce karikatür alanındaki bu deneyimler çizgi romancılığa nasıl bir miras bırakıyor?
YK: Türkiye’de mizah dergiciliği karmaşık bir konu. Demokrat Parti yıllarında hükümet yanlısı dergiler aldıkları kaynaklar ile kendilerini uzun süre canlı tutabiliyorlardı. Bu mümkündü çünkü muhalif sanatçı da hükümet yanlısı sanatçı da esas olarak aynı kaynaklardan besleniyorlardı. Günümüzde şartlar çok değişti, mizah dergiciliği ve çizgi roman dünya genelinde çok büyük sınavlar verdi. Estetik ve retorik yöntemler değişti. Muhafazakar bir zihin bunları takip edemediği için mizah yapmaya ya da hikaye anlatmaya çalıştığında karşılığını alamıyor. Çünkü yandaş dergiler hala arkaik söylemlerle ve arkaik mesajlarla bir şeyler anlatma çabasında. Bu durum diğer sanat dallarında da belirgin. Hükümet yanlısı sinema çok eser vermeye çalıştı ama hepsi maddi açıdan başarısızlıkla sonuçlandı.
Batı’da siyasi olarak çok sorunlu bulabileceğiniz bir dolu sanatçı vardır ama iş hikaye anlatımına geldiğinde harika işlere imza atabilirler. Muhtemelen bunun sebebi, gündelik hayatlarında gösterdikleri tutuculuğu mesleklerinde göstermemeleri. Bizde bu tip dergiler (neyse ki) eserlerine özgünlük katacak ufka sahip olmadıklarından belli bir çerçevede kalmaya mahkumlar. Ancak unutulmamalı ki, biz sanatın her dalı ile temasta olan insanlar olarak konuşmaktayız, bu tip dergilerin kültürel erişimin kısıtlı taşra bölgelerinde nasıl bir karşılık aldıklarını bilmiyoruz.
DOC: Egemenlerin açıktan desteklediği, şovenist, yobaz dergiler nefret dolu söylemleriyle gündeme gelmediği sürece açıkçası çok bilgi sahibi olduğum dergiler değil. Gördüğüm örnekler çizgi ve metin olarak da yerlerde sürünüyor. Yiğit gibi ben de muhafazakar bir beynin mizah yapamayacağını düşünüyorum ama bir de muhafazakar olmadığını iddia etse de, çok tehlikeli doneler barındıran bir mizah, yazar, çizer kitlesi görüyorum ortamlarda. Hem izleyici, okuyucu, hem de yaratıcı olarak.
Bunlar hükümete açıktan yanlamayan, neoliberal ideolojide yazıp çizenler ve takipçileri. İktidarların ve egemenlerin yıllar içinde oluşturdukları, üzerlerinde durulması gereken enteresan abuk ve kalabalık bir kitle. Apolitik, nihilist ama ırkçı, Mercury dinleyen ama homofobik, şovenist ve kendini seküler hisseden, depresif, kendisi dahil hiç bir şeye saygısı olmayan, sözde tabuları olmayan, dünya nüfusunun mevcut yaşayış şeklinin değil, nüfusunun çoğunluğunun yok edilmesi gerektiğini düşünen, gerçekten Özal, Evren ve Menderes’ in görünce gözlerini dolduracak seviyede neoliberal ama yeri gelince başka bir şey de olabilen kalabalık bir kitle var. Biraz sanat tarihi, çok az fizik, az Tesla, az Carl Sagan, çokça Celal Şengör, Anglosakson popüler rock müziği; yaşları da 15 ile 50 arası falan değişiyor ve milyonlarcalar. Bizimle aynı şeyleri okuyup izledikleri de oluyor ama kafalar bambaşka.
30 ve 40’lı yıllar çizgi romanın Türkiye’deki tarihinin başlangıcı olarak kabul ediliyor. Ancak bir yandan da özellikle 40’lı yıllarda pek özgün üretim yapılmadığı ve yabancı çizgi romanlardan fazlaca esinlenildiği görülüyor. Çizgi romanın Türkiye’de köklü bir anlatım biçimi olduğu söylenebilir mi? Karikatürden öteye Türkiye’de çizili anlatımın yeri var mı?
YK: Çizgi romanı karikatürün ötesine yahut gerisine koymayalım derim; pek çok vakit üreticileri ortak olsa da temelde farklı sanatlar ikisi de. Lakin haklısınız; çizgi roman, ülkemizde uzun yıllar başka şeylerin “benzeri” oldu, oluyor da. Ancak bu durum ille de kötüye yorulmamalı. Üretim arttıkça özgünlüğe de imkan kılındı. Satış sayıları hep tartışmalı da olsa 1970’lerin fenomen dergisi Gırgır’ın çizgiyle anlatıma faydası büyüktür mesela; o dönemin genç çizerlerine birkaç sayfanın ötesinde hikaye anlatma alanı vermiştir. Bugün bu tarz dergiciliğe açık mecralarımız olsa belki ilk başta bizim de gözümüze yabancı eserlerden fazlaca esinlenme çarpacak; ancak on eserden biri kendi dilini bulacak. Bugün çizerlerin deneyip yanılabileceği alan o kadar az ki çoğu sanatçı riske girmekten korkuyor. Yakın geçmişte birkaç tane çizgi romana alan açabilecek dergi denemesi oldu ama ticari olarak kendilerini taşıyabilir durumda değiller. En uzun soluklusu “Yabani” idi ki, o da bir sene/12 sayı yoluna devam edebildi.
DOC: Benim kendi çocukluğumdan ve ilk gençliğimden hatırladığım, yerli çizgi roman okumak için Leman, L_Manyak, Lombak vs alıyorduk. İçlerinde iki sayfalık, dört sayfalık ya da tek sayfa da olsa düzenli hikaye anlatan bir sürü yazar, çizer oluyordu. Gırgır dergisini de Oğuz Aral’ ın çizgi romancıları destekleyici tavrıyla aslında kendine has bir çizgi roman dergisi olarak kabul edenler var. Kendi açımdan baktığımda Türkiye’de bir çizgi roman kitlesinin hem yaratıcılar, hem de okuyucular açısından yükselişler, düşüşler yaşasa da hep olduğunu düşünüyorum. Dergicilik anlamında çizgi roman yara alsa da, şu sıralar belki roman formatında tekrardan okuyuculara ulaşmanın bir yolu bulunabilir ama bir şekilde çizili anlatım bence bu topraklarda ama büyük, ama küçük kitleler için hep var olacak.
Gezi Direnişi’nden sonra #dirençizgiroman çalışması ile direnişe dair bir antoloji yapılmıştı ve siz de bu çalışmada yer almıştınız. Yakın tarihin en önemli toplumsal direnişini çizgi roman ile öyküleştirmek nasıl bir deneyimdi? Bu projenin sonraki yıllara ne gibi aktarımları oldu?
YK: Dirençizgiroman, yerli üretim için ilginç bir proje. Temelde çizgiroman haberciliği (İngilizcede comics journalism) denilen bir alt türe dahil. Tüm hikayeleri ile olmasa da bir kısmı ile diyelim. Sadece süreci romantik bir dille anlatma değil, o dönemi ileriki yılların okurlarına belge niteliğinde taşıyabilme gayesi vardı. Biraz Joe Sacco’nun politik çizgi romancılığına benzetilebilir. Direnişin canlı günlerinde başlandığı ve an be an geliştirildiği için çalışma dinamiği de çok farklı idi. Gündem değişiyor, çizerler de yazarlar da gündemi yakalamak için her an zihinlerini ve kalemlerini sivri tutuyorlardı. Normal şartlarda bu kadar çok (sanıyorum 20 kişiydik) üreticinin bir arada yaptığı işlerde karmaşa çok olur ama Gezi heyecanının getirdiği bir coşku ve ilginç bir soğukkanlılık bir arada idi. Herkes işin çabuk ve eksiksiz bir şekilde üretilmesi için çok uyumlu davranıyordu. Gezi’deki kitlesel ahengi yansıtan kitlesel bir çalışma dinamiği hakimdi. Bu sebeple üretimini özgün buluyorum. Grup çalışmalarının işleyişine kuşkuluyumdur ancak benzer bir durumda yazar/çizer kadronun gene aynı uyumla çalışabileceğine inancım var.
Dirençizgiroman deneyimi özellikle yazar arkadaşları çok etkiledi. Editörümüz Can Yalçınkaya çizgi roman haberciliğini sürdürmeyi seçti ve bu formatta, yani çizgi roman şeklinde kağıda dökülen akademik metinler bastı. Bir çizer ve yazar arkadaşımız güçlü bir kimya yakaladılar ve beş sene boyunca kendi özel projelerine odaklandılar. Ekolojik dengeler üzerine politik bir grafik romanı yeni tamamladılar. Benim için de Dirençizgiroman, Karadut Ekspres için önemli bir ön çalışma oldu, bir kitap basmanın zorluklarını önceden deneyimlemiş oldum.
Türkiye’den tekrar dünyaya geçecek olursak, Punisher ve Watchman gibi birçok çizgi roman geçtiğimiz yıllarda dizi şeklinde uyarlandı. Keza Netflix önümüzdeki dönemde Sandman uyarlaması yayımlayacağını duyurdu. Bu tarz platformların çizgi roman uyarlamalarına yönelmesi nasıl yorumlanabilir?
YK: Ben bunu gayet doğal görüyorum. Zira zaten uzun yıllardır TV dizilerinin senaryo ekibinde çizgi roman yazarları da yer alıyordu. Mesela Amerikan çizgi romanının en özgün isimlerinden Brian K. Vaughan, bundan 16 sene evvel tüm dünyayı kasıp kavuran The Lost dizisinin hem yazarlarından hem de yapımcılarındandı. Biz bunları görmüyorduk çünkü kendilerini göstermiyorlardı. Oysa çizgi roman, pek çok açıdan perdeye aktarılmaya en müsait edebi sanatlardan. Zaten o yüzden pek çok çizgi roman yazar ve çizeri, senarist ve storyboard çizeri olarak sahnede görülüyor.
Lakin çizgi romancının ve eserlerin bu kadar görünür olmasının sebebi tabii ki daha ekonomik. 2000’lerin ortasında başlayan süper kahraman furyası yapım şirketlerine çok büyük paralar kazandırdı. Bu sebeple yıllardır köşeye itilen bir mecranın eserleri yapımcılara altın madeni gibi geldi. Şimdilik sistem kendini döndürüyor. Çizgi roman filmleri çizgi romanı görünür kılıyor, okurlar için de bu mecra prestijli bir görünüm ediniyor. Şu an karşılıklı fayda sağlanan bir ilişki var. Keşke bu fayda çizgi roman üreticilerine de yansısa. Şu an eskiye kıyasla daha iyi durumdayız ancak bu sektörün de kendi tekelleri var; büyük sermayeler Marvel ve DC gibi büyük çizgi roman isimlerinin çevresinde dönüyor. Amerikan bağımsız çizgi romancılığı bir ölçüde oluşan furyadan kazanım elde edebildi. Türkiye gibi ülkelerde ise şartlar hep kötü kalmaya mahkum.
DOC: Tim Sale ve Jeph Loeb’ in birlikte yaptığı Daredevil’a Jim Lee’ nin bir önsüzü vardı: “Akıllılık edip bu kitabı uyarlamaya kalkacak stüdyolar çok rahat ederler, çünkü senaryo müthiş, storyboard hazır” vs. diye kitabı övüyordu. Çizgi roman gerçekten de sinema ve dizi sektörü için, özellikle de kesin para kazanmak isteyenler için bulunmaz Hint kumaşı. Görüntü yönetmenliği, sahne, mekan, kostüm tasarımları, senaryo, kurgu vs her şey hazır. Ve bunun yanında yüzlerce sayılık hikayeler var, bittikçe yeni senaryolar ve uyarlama yaparken istediğiniz gibi ekleyip çıkartabileceğiniz yüzlerce yeni karakter.
Son olarak Karadut Ekspres adlı yeni çizgi romanınız yayımlanmak üzere. Eserinizden biraz bahseder misiniz? Sonrasında neler yapacaksınız?
YK: Karadut Ekspres bundan dört sene kadar evvel yazmaya başladığım yol hikayeleri üzerinden gelişti. Gece yolculuklarının, özellikle otobüs yolculuklarının rutinimizde ne kadar büyük yer edindiğini fark ettim bir dönem. Uzun yolculuklarda kendimizi telefonumuza vermeye yahut uyumaya meyilliyiz, oysa gün batımından şafağa kadar tüm benliğimizi bir demir kafese ve onu yöneten birkaç kişiye teslim ediyoruz. Yolculuğun yorgunluğu bol olur genelde, ancak bizim uyuma lüksümüze onlar sahip değil. Bu fikirler eşliğinde adlarını dahi bilmediğimiz yolculuk arkadaşlarımızın hikayelerini anlatayım dedim. Mesleği hep asla yapamayacağım kadar görürdüm, belki de bu sebeple hikayeler benim için fantastik bir zeminde oluştu. Fantezi gittikçe karardı, Deniz’in çizimleriyle de hem dinamik hem de duygulu bir ayara erişti. Üç senelik bir sürecin ardından Karadut Ekspres altı hikayeden oluşan bir grafik roman olarak Presstij Yayınları’ndan basıldı.
Kitabın ilk temaslarında gayet olumlu tepkiler aldık. İnsanlar yapmak istediğimiz şeyi görebilmiş gibi hissediyoruz, ki bu sevindirici. Karadut Ekspres’in başarısı bana yeni işler yapma azmi de verdi. Meslek dalları üzerine hayal kurmayı seviyorum. Zannediyorum önümüzdeki dönemde (mensubu olduğum) akademi dünyasının bilinmezlerini çizgi roman diliyle anlatmayı deneyeceğim.
DOC: Karadut fantastik bir macerayı, gündelik yaşantımızda sıkça gördüğümüz karakterlerle anlatan ilgi çekici, müthiş gizemli bir senaryoya sahip. Yiğit bana senaryoları ilk attığında işe balıklama atlamamı sağlayan bir özü var hikayelerin ve devam ettirilmeye çok müsait. Ben ilerde dizi veya sinemaya uyarlayabileceğimizi de düşünüyorum. Sonuçta senaryosu, karakter tasarımları, storyboardu vs hazır (gülüşmeler).
Hayal kurmaya çok müsait bir anlatımı var kitabın, arkada bir bilinmezlik var ve bu okuyucunun bence hikayenin içine daha çok girmesine, ayrıntılara dikkat etmesine sebebiyet veriyor. Aralarda yaptığım başka işler olsa da, kemiksiz bir buçuk, süreç olarak ise yaklaşık üç sene civarı emek harcadığımız bir iş oldu. Şartlar müsait olursa karadut otobüsünü başka alemlere doğru Yiğit de, ben de sürmek isteriz.
Şu son dönemde toplumcu ve fantastik, hem sokak, semt hayatına, hem de dünyayı yaratan emekçilerin hayatına odaklanmaya gayret eden, uzun yıllardır kafamda kurguladığım, yine maceranın eksik olmadığı, yarı deli bir karakteri merkezine alan bir işi çizgilere dökmeye gayret ediyorum fırsat buldukça. Sonrası için kesinliğe en yakın şey, ne olacağı belli olmasa da çizmeye devam edeceğim.