Çalışmanın günümüz toplumundaki karakteri bir sis perdesi ile örtülmüş gibidir. Pek küçük yaşlardan itibaren meslekler üzerine düşünürüz, toplumsal yaşamın popüler olan veya olmayan ürünleri bize bunun çeşitli yönlerden imajını sürekli olarak sunar. Bu anlamda toplumsal yaşamı bu kadar çok işgal eden ikinci bir kavrama rastlamak aslında zordur. Fakat bu kadar göz önünde olmasına rağmen, bu bir anlamda tarih aşırı kavramın gözlerden gizlenen bir yanı da vardır: doğal olmayan bir şekilde biçimlendirilmiş kapitalist karakteri.
Ama bu iki yönlü bilmecenin çözülmesi için önce tarihe gitmek gerekiyor.
Çalışmanın Doğası ve İş bölümü
Tüm yaşam biçimleri kendi doğal ortamlarında birtakım etkinliklerde bulunur. Karıncalar devasa yuvalar inşa eder, kuşlar topladığı çalılarla kendilerine ev yapar, arılar çiçek çiçek dolaşarak bal üretir. İlk bakışta insani çalışma etkinliğinin de buna benzer bir süreç olduğunu söyleyebiliriz. Ama yalnızca ilk bakışta, çünkü Marx’ın da belirttiği gibi, “en kötü mimarı en iyi arıdan daha en başından ayırt eden şey, mimarın, peteği balmumundan yapmadan önce kafasında kurmuş olmasıdır.” 1Karl Marx, 2015, Kapital Cilt I Ekonomi Politiğin Eleştirisi, çev. M.Selik ve N.Satlıgan, İstanbul: Yordam Kitap, s.182
Bu belli bir amaca yönelik irade nedeniyle ki, insani çalışma diğer çalışma biçimlerinden ayırılır ve çalışma kavramının kendisi, her şeyden önce, insanla doğa arasındaki bir süreç olarak kavranabilir. Artık sorun, bu çalışmanın hangi şartlar altında ne tür iş bölümleri doğurduğu ve hangi biçimlere büründüğüdür.
Tarihin erken dönemlerinde bir aile, bir klan veya bir topluluk kendi doğal çevrelerinde farklı üretim araçları ve hammaddeler bulur. Buna bağlı olarak bu toplulukların yaşayış biçimleri de ürettikleri ürünler de bu doğal sınırlar tarafından belirlenir. Bu fizyolojik bir temele dayanan ve daha çok örneğin topluluk içindeki cinsiyet ve yaş gibi farklılıklarla ayrışan iş bölümünü Marx Toplumsal İş bölümü olarak adlandırır. Toplumların tümüne özgü olan bu iş bölümü biçimi, ortaya çıkışları farklı ve birbirinden bağımsız üretim alanları arasındaki ürün mübadelesi ile doğar.2A.g.e., s.341
Bu haliyle, basit iş bölümü, kapitalist üretim de dahil olmak üzere, kapitalizm öncesi toplumları da kapsayacak biçimde bir genelliğe sahiptir. Çok sayıda insan aynı ortak amaca yönelik ve eşzamanlı olarak birlikte çalıştıkları zaman, üretime her bir emekten daha fazla katkı sağlayabilmekte ya da başka türlü gerçekleştirmesi mümkün olmayan ürünlerin ortaya çıkmasına imkân tanıyabilmektedir.
Marx’ın da dediği gibi, bunun nedeni, “insanın, doğası gereği, Aristoteles’in düşündüğü gibi politik değilse bile, her durumda toplumsal bir hayvan olmasıdır.” 3A.g.e., s.318
Fakat kapitalist üretim tarzında, kapitalizm öncesi üretim tarzlarından farklı, hatta tam olarak tezat sayılabilecek bir iş bölümü biçimi hakimdir. Bu ilk olarak kendini Manifaktür altında gösterir.
Loncalardan Manifaktüre
Kent ile kırın ayrılması, her tür gelişkin ve meta mübadelesinin aracılık ettiği iş bölümünün temelidir. Toplumun bütün iktisadi tarihinin, bu karşıtlık hareketinde özetlendiği söylenebilir.4A.g.e., s.341 Loncalara doğru giden süreçte, zanaatların ayrı ayrı birer çalışma alanı olarak ortaya çıkması için, şehirlerin büyümesi ve pazarın genişlemesi gerekti.
Feodal toplumun ilk evrelerinde, endüstri çoğunlukla evde yürütülürdü ve üretimin amacı sadece evin ihtiyaçlarını karşılamaktı. Ancak şehirlerin büyümesi ve para kullanımının artması, bu çeşitli alanlara yatkın insanlara çiftçilikten ayrılıp zanaatla geçinme imkânı verdi. Kasap, fırıncı, mumcu o zaman şehre gidip dükkân açtılar. Kasaplık, Fırıncılık, Mumculuk işine yalnız kendi evlerinin ihtiyaçlarını değil, aynı zamanda başkalarının taleplerini karşılamak üzere girdiler. Küçük ama, büyüyen bir pazarı beslemek üzere çalışıyorlardı.5Leo Huberman, 2014, Feodal Toplumdan Yirminci Yüzyıla, çev. M. Belge, İstanbul: İletişim Yayınları, s.66
Şehirlerde belirli zanaatlarda çalışan bütün işçiler, esnaf loncası dernekleri kurdular. Aynı meslekte çalışan herkes aynı loncaya mensuptu. Lonca dışından bir kimse, loncadan izin almadan o meslekte çalışamıyordu. Yine loncalar, ürünlerin kalite kontrolü ve fiyat politikasından da sorumluydu.
Fakat kapalı yapısından da anlaşılacağı üzere, esnaf loncaları küçük, mahalli, dengeli bir pazar ekonomisine uygundu. Şehirlerin büyümesi ve pazarın genişlemesi ile birlikte loncalar da çözülme sürecine girdiler. Elbette hızlı bir çözülüş değildi bu. Örneğin Fransa’da Devrim’e kadar loncalar yasayla ortadan kaldırılmadı; İngiltere’de on dokuzuncu yüzyılın başlarına kadar son ayrıcalıklarını kaybetmediler.6A.g.e., s.128
Şehir ekonomisi ile birlikte doğan lonca sisteminde sermaye küçük bir role sahipti, fakat kapitalist üretim sürecinin karakteristik biçimi olan Manifaktür döneminde, sermaye önemli bir role sahip oldu. Kabaca 16.yüzyılın ortalarından 18.yüzyılın son çeyreğine kadar süren bu dönem, çeşitli bağımsız zanaatlarda veya aynı zanaatta çalışan işçilerin, bir atölyede, kapitalistin komutası altında birleştirilmesine dayanıyordu. Bu ise yeni bir iş bölümü biçimi ve üretim organizasyonu ortaya çıkardı.
Zanaatkarlık bir dizi uzmanlık becerisinden oluşur. Çok sayıda oldukça farklı ve gelişkin araçla birleşmiş el becerisine dayanır. Ve zanaatkarlar kendi işlerini hem tasarlar hem de uygularlar. Tasarım ve uygulama arasında bir ayrışma bulunmaz; çünkü, zanaatkarlık işçiye bir metanın tamamına ilişkin emek sürecini kontrol etme imkânı tanır. Kendi üretim araçlarına sahip zanaatkarlar ürünü kontrol edebilir ve piyasada satabilir.
Zanaatkarların bir kapitalistin yönetimini altına girdiği süreçte ise buna hemen hemen tezat bir biçim söz konusudur. Artık bir meta, pek çok işi bir arada yapan bağımsız zanaatçının ürünü olmaktan çıkar; onun yerine her biri devamlı olarak yalnızca bir ve aynı parça-işlemi yapan bir zanaatçılar topluluğunun toplumsal ürününe dönüşür. Bu işin, onu oluşturan parçalara ayrılması ve bunların belirli tipteki işçilere paylaştırılması biçimindeki manifaktür iş bölümü, yalnızca kapitalizmde genel hale gelir.
Buradaki kritik nokta, tarihte ilk kez, bir ayrıcalıklı sınıf, yani kapitalistler, emek ve üretim süreçlerinin tamamı üzerinde dolaysız denetimi ele geçirmiş olur.
Kapitalizm’de Meslekler: İşçileşme ve Niteliksizleşme
Kapitalist üretim, mübadele ilişkilerini, metaları ve parayı gerektirir, ama onun özel ayırt edici yönü emek gücünün alımı ve satımıdır. Bu nedenle, kapitalizmde emek süreci, emek gücünün işçi tarafından satıldığı ve kapitalist tarafından satın alındığı koşulları yöneten bir anlaşma ile başlar. Burada işçi, daha önceki toplum biçimlerinden farklı olarak kendisini kısıtlayan yasal sınırlamalardan azade bir biçimde, özgür olarak katılır. Fakat üretimin sürdürülmesini sağlayan üretim araçlarından koparılırmıştır ve bu araçlara yalnızca, emek güçlerini başkalarına satarak ulaşır. Tüm bu istihdam sürecinin temel amacı ise bellidir: kapitaliste ait sermayenin genişletilmesi.
O halde, bu noktada ilgilendiğimiz konu, sermayenin bu emeği boyunduruk altına alma işlevini, kapitalist üretim tarzındaki iş bölümü ile ne biçimde yaptığıdır.
Daha önce gördüğümüz üzere, zanaatkarın emeği Manifaktür iş bölümünde parçalara ayrılarak paralel süreçlere bölünmüştü. Bu iş bölümü, karmaşık emeği biçimlendirerek basit vasıfsız emek haline getirir. İşçilerin yeniden üretimi için gerekli emek zamanın da düşürülmesini doğurur. Bu aynı zamanda emek gücünün değerinde bir düşüş anlamına da gelir. Kapitalist üretim sürecindeki iş bölümün özü de temel olarak buradan hareket eder.
“Kapitalist üretim tarzı kapsamlı vasıfları, bulundukları her yerde imha eder ve kendi ihtiyaçlarına karşılık düşen vasıflar ve meslekler ortaya çıkartır. […] Emek sürecindeki her adım, mümkün olduğu ölçüde, özel bilgi ve eğitimden kopartılarak basit emeğe indirgenir. Bu arada, özel bilgi ve eğitimin kendileri için muhafaza edildiği göreceli olarak az sayıdaki insan da, mümkün olduğu ölçüde basit emeğin yükümlülüklerinden özgür kılınır. Bu biçimde, bütün emek süreçlerine, en aşırı uçlarında, zamanları sonsuz biçimde değerli olanlarla, zamanları beş kuruşluk değere sahip olmayanları kutuplaştıran bir özellik kazandırılır. Bu durum kapitalist iş bölümünün genel yasası olarak bile adlandırılabilir.”7Harry Braverman, 2008, Emek ve Tekelci Sermaye, çev. Ç. Çidamlı, İstanbul: Kalkedon Yayınları, s.103
Fakat emeğin niteliğindeki dönüşümün tek yönlü bir süreç olmadığını gözden kaçırmamak gerekiyor. Üretim sürecindeki değişimlere bağlı olarak iki karşıt uç bir arada ortaya çıkar. Teknolojideki gelişmeler veya iş organizasyonundaki değişimler bir kısım emek gücünü niteliksizleştirirken, diğer taraftan bir kısım emek gücüne ise nitelik kazandırır. Bu aslında tüm vasıflar ve meslekler için geçerlidir. Yine bunun kadar geçerli olan bir diğer gerçek ise, kapitalizmin genel eğiliminin daima emek sürecini parçalayarak emek gücünü niteliksizleştirmek ve ucuzlatmak olduğudur. Bu bir anlamda kapitalizmin kalıcı bir eğilimine işaret eder.
Diğer taraftan az sayıdaki ayrıcalıklı meslekler için de benzer bir süreç vardır. Mühendislik, mimarlık, doktorluk, avukatlık, öğretmenlik gibi nitelikli emek alanlarında zamanla “işçileşmeye” yönelik bir dönüşüm meydana gelir. Ya da 30’ların popüler filminde denildiği gibi: atları da vururlar.
Kapitalizmin en genel eğilimleri tüm acımasızlığı ile güncelliğini koruyorsa, ona karşı gelişen en esaslı karşı çıkışın çağrısı da güncelliğini koruyor, biraz değiştirerek ifade edecek olursak:
Bütün mesleklerden işçiler, birleşin!
Notlar:
[1] Karl Marx, 2015, Kapital Cilt I Ekonomi Politiğin Eleştirisi, çev. M.Selik ve N.Satlıgan, İstanbul: Yordam Kitap, s.182
[2] A.g.e., s.341
[3] A.g.e., s.318
[4] A.g.e., s.341
[5] Leo Huberman, 2014, Feodal Toplumdan Yirminci Yüzyıla, çev. M. Belge, İstanbul: İletişim Yayınları, s.66
[6] A.g.e., s.128
[7] Harry Braverman, 2008, Emek ve Tekelci Sermaye, çev. Ç. Çidamlı, İstanbul: Kalkedon Yayınları, s.103