Bugün asıl tartışılması gereken kadınların mücadelesinin tarihsel zaferini sağlayacak siyasi devrimi gerçekleştirmeyi aramanın yollarıdır.
Gezi Direnişi ile yükselen, son yıllarda daha da dikkat çeken kadın mücadelesi artık hemen herkesin gündemi. Ancak mücadele kitleselleştikçe ne yazık ki iktidar perspektifi ve devrim stratejisinin de aynı doğrultuda gelişip ilerlediğini söylemek mümkün değil. Teslim alınamayan kalabalıkların kazanmak için yeterli olmadığını, iktidar perspektifi ile buluşmadıkça yenildiğini ise yeteri kadar tecrübe ettik. Bu sebeple kadın mücadelesi ve devrim stratejisi eksikliği üzerine tartışacağız.
Son zamanlarda sosyal medyada kadın mücadelesine dair tartışmalar translara hizmet vermeyen kuaförler, radikal feministler ile LGBTİ hareketi arasındaki gerilimler, solcuların 25 Kasım’da açtığı pankartlar gibi konulardan ibaret. Kadın mücadelesinin kitleselliğine ve sorunlarının yakıcılığına karşın bu alana dair tartışma namına elimizde olan sosyal medyadaki bu kargaşa ve akademik alana sıkışmış bir feminizm.
Mücadele başlıklarında da tamamen güncel kazanımlara odaklı, başka bir söylem ve perspektifin bulunmadığı bir tablo mevcut. Kitlesel 8 Mart ve 25 Kasım yürüyüşleri ile kadınların kazanımlarına yönelik saldırılara karşı verilen hızlı refleksler kadın mücadelesinin yıllık takvimini oluşturuyor. Bu tabloda kadın mücadelesinin görkemi ve kitleselliği ile zıt bir şekilde eksik olan ise iktidar perspektifi ve bütünlüklü bir strateji.
Güncel talepleri sahiplenmek siyaset yapmanın bir parçasıyken kadın cinayetlerinin her sene arttığı ve kadınların tarihsel kazanımlarının bir bir silindiği ülkemizde daha da kaçınılmaz. Ancak mevcut durum, siyaset yapmanın bir parçası olarak güncel kazanımlara odaklanmaktan ziyade sivil toplumcu bir mantıkla her ay, her sene yeni bir güncel kazanıma odaklanmak ve ilerisini hedeflememek. Fakat bu mücadele başlıklarının birbirleriyle bağı kurulmadıkça ve bir devrim stratejisiyle ilişkilendirilmedikçe Türkiye’de kadınların kurtuluşunun herhangi bir yolu yok. Güncel başlıklara değmeden kadın mücadelesine dair siyaset üretmek imkansız olduğu gibi, bu gündemleri devrim stratejisi ile birleştirmeden sadece bu başlıklara odaklanmak da tarihin hiçbir döneminde kadınların kurtuluşunu sağlamadı, sağlamıyor. Hatta kadınların kurtuluşunu sağlamak şöyle dursun, en basit güncel kazanımların dahi böylesi bir stratejisizlik ve bütünlük yoksunluğu ile kazanıldığını söylemek mümkün değil.
Tarihsel kazanım bağlamında en değerli mirası bırakan birinci dalga feministlerin ortak özelliği İngiltere’de de, Fransa’da da, Türkiye’de de Aydınlanmacılığın içinden doğmuş olmaları, toplumsal mücadeleler alanının geri kalanıyla iç içe gelişmeleriydi. Bu doğrultuda birinci dalga feministler her ne kadar düpedüz iktidar perspektifi ile hareket etmese de en azından somut hedefleri etrafında bütünlüklü bir stratejiye sahiplerdi. Siyasi devrimden sonraki bir toplumsal devrim sürecine ait olabilecek tartışmaları tüketmek yerine enerjisini, faaliyetini ve tartışmalarını bu hedefe ulaşmalarını sağlayacak strateji etrafında değerlendiriyordu.
Günümüzde ise kadın mücadelesinin tüm kitleselliğine rağmen strateji kurmadan güncel başlıklara ve üçüncü dalga feminizm tartışmalarına sıkışması bir çözümsüzlük getiriyor. 2010’ların başındaki kitlesel eylemlere rağmen kürtaj fiili olarak devlet hastanelerinde yasaklanmış, 2016 yılındaki müftü nikahı gündeminde ise kadın mücadelesinin son yıllardaki tüm kitleselliğine karşın sonuç yasanın geçmesi olmuştu. Yasaklı meydanlarda eylem yapabilmek gibi kitlesellik ve iradeye dayalı gündemlerde başarıya ulaşan kadın hareketinin kürtaj ve müftü nikahı gibi gündemlerde başarısız olması açıkça bir yöntem ve strateji sorununa işaret ediyor. Daha vahim olan ise, bunların sebepleri üzerine hiç tartışılmazken Avrupalı feministlerin üçüncü dalga tartışmalarının hızla tüketilmesi.
İşte strateji yoksunluğu burada somutlanıyor. Kadınların kazanılmış haklarına yönelik her saldırıda aynı yöntem uygulanıp çoğunda sonuç alınamıyor ve bunun nasıl aşılacağı yerine Avrupalı feministlerin üçüncü dalga tartışmaları hızla tüketiliyor ve bir sonraki gündemde hiçbir şey olmamış gibi yine aynı yöntem uygulanıyorsa ortada açıkça bir sorun vardır. Bu sorunun adı da iktidar perspektifi ve bütünlük yokluğudur. Burada bahsedilen, bu başarısızlıkların yerine tartışılan konuların değersizliği değil. Bahsedilen, kadınların en temel kazanımları birer birer silinirken, kadın cinayetlerinin önü açılırken ancak bir siyasal devrimden sonra çözülmesi mümkün olabilecek tartışmaların sanki güncel bir çözümü mümkünmüş gibi tartışılması. Bugün asıl tartışılması gereken kadınların mücadelesinin tarihsel zaferini sağlayacak siyasi devrimi gerçekleştirmeyi aramanın yollarıdır.
Bugün kadın mücadelesinde siyasi strateji bütünlüğü ve iktidar perspektifi olmamasının elbette birden fazla sebebi var. Solun da içinde bulunduğu strateji ve perspektif sorunu, üçüncü dalga feminizm ile bu alanın tamamen liberal ve politik doğrucu bir eksene hapsolması bunların başta gelenleri. Ancak kadın mücadelesi özelinde bu durumun bu kadar baskın olmasının asıl sebebi, kadın hareketinin toplumsal mücadeleler alanının tamamından kopuk ele alınması. Kadın hareketine dair bir özne iktidar alternatifi olmayacağından, kadın hareketinin iktidar perspektifi ile ilişkilenmesi ancak toplumsal mücadelenin geri kalanıyla da ilişkilenmesi ile mümkün hale geliyor. Dolayısıyla kadın mücadelesini toplumsal mücadelenin geri kalanından ayrı ele alan yaklaşım, kadın mücadelesinin iktidar perspektifi ve devrim stratejisi ile bütünleşmesi ihtimalini de tamamen yok etmiş oluyor. Bu yolla aslında kadın mücadelesi daha az tehdit unsuru içeren, mücadelenin geri kalanından ayrı bir fanusun içine hapsedilmiş oluyor.
Kadın mücadelesi ve siyasi iktidar perspektifi üzerine en azından tartışmaya başlayabilmek için kadın hareketini toplumsal mücadeleler alanının geri kalanından ayrı ele alan bu yaklaşımdan uzaklaşmak gerekiyor. Bu, kadın mücadelesinin kendine özgü dışavurumcu ve kadınların kendilerini kendi mücadelelerinin öznesi olarak var eden tarzını törpülemek demek değil elbette. Kadın hareketinde laiklik talebinin altını doldurup sahiplenebilen, Aydınlanmacılık ve sosyalizm ile sağlıklı ilişkilenebilen bir tarzın belirginleştirilmesi olarak özetlemek yerinde olacaktır.
Bu tarzı belirginleştirirken güncel kazanımları küçümseyen, sadece uzaktaki bir zafere işaret ederek siyaset yapan ve kadın mücadelesindeki tek amacı feministleşmemek olan apolitik çizgi ile güncel kazanımların peşinde koşmaktan başka herhangi bir stratejiye ve iktidar perspektifine sahip olmayan pragmatik çizgi arasındaki sıkışmışlık ise doğalında kırılmaya mahkum.
Sonuç olarak aslında Türkiye’deki kadın hareketinin umut vaat ettiğini hatırlatalım. Toplumsal mücadele alanlarının hemen hemen hiçbirinde artık ne yazık ki görülemeyen bir kitlesellik ve irade ile yasaklı meydanlarda tüm baskıların karşısında kadınlara dair tüm yargıları yıkarak eylem yapabilmek bile başlı başına bunu söylemek için yeterli. Ancak kadınlara yönelik Cumhuriyet tarihinin en şiddetli ve sistematik saldırısı gerçekleşirken devrim stratejisi ve iktidar perspektifi sorunlarını tartışmaktan daha fazla kaçmak mümkün değil.
Amacımız kadınların sorunlarının ülkenin sorunlarından kopuk olmadığını ve ayrı bir şekilde çözülemeyeceğini kabul ederek kadınların güncel taleplerini siyasi bir devrim perspektifi ile iç içe ele alan bir hattı belirginleştirmek; bu siyasi devrime giden yolu ve o yolda kadın hareketinin nasıl şekilleneceğini tartışmak, strateji geliştirmek ve bu strateji etrafında bütünlük ve kararlılıkla hareket edebilmek. Kadınların kurtuluşunun ancak böyle bir iktidar perspektifi ve bunun etrafında şekillenen bir strateji çerçevesinde bütünlükle hareket ederek gerçekleşebileceği gibi kadınların kazanımlarına yönelik güncel saldırılara en etkili karşı koyuş da ancak böyle bir strateji ile güç biriktirerek gerçekleşebilir. Mevcut durumdaki gibi sadece günlük refleksler geliştirmekten daha zor görünse de kadınlar için tek gerçekçi kurtuluş yolunun bu olduğunu kabul etmeden ancak yerimizde sayabiliriz.